Ah be bülbül! Çekilecek çile midir seninki? Ne olur da bitmek bilmez şu nağmen? Bugün, gül olmaya bir özensene! Hayrân eden kendine; hoş kokulu, kadife dokulu, güzel bir gül. Kınasınlar. Aldırma! Arzu ettiğin, eksiğindir. Böylece, haddi aşarak ulaşırsın haddine.
Gül olmak, güzel olmak istersen, tohum olmayı kabul etmelisin evvelâ.
Kara toprağa atılmak, üstü örtülmek, olmaya terk edilmek… Toprağa yağan rahmetin kendine ulaşmasını beklemek. Vakti geldiğinde, her şeyini terk etmek…
Hatta, olduğun şey olmayı bile terk ederek; tohumluğundan vazgeçerek; dahası, kendini parçalayarak Asl’ına doğru yelken açmak…
Toprağın üstüne doğru ilerlerken, bir gün, ilk kez gün ışığını görmek!
Pek savunmasız olsa da o şimdi bir filiz. Tohumun koruyucu kabuğunu yırtarak değiştirdi adını. Kansaydı o sağlamlığa, bildiğin çürüyecekti… Dayan filizcik! Az sabret! Ne kaldı şunun şurasında, gece bahçene gelen âşıkları mest etmeye kokunla?
Âşık olan, gül verse de sevgilisine, Âşık gül gönderir Dostuna. Dikensiz gül, gülsüz bülbül olur mu? Bülbül, güzele söyler türkülerini, güzel yoksa bülbül döner serçeye. Ne işi olur gülün, bir şapşal serçeyle! İtibar eder mi hiç her mutebire!
Aşk, Öz’e duyulan iştiyâktir, özündeki güzele.
İstersen, adına yol de yâhut seyri sülûk, yeter ki, insan olmayı iste. Hayırlı fiil, doğru düşünce ulaşır Güzelin seyrine: hem seyreden, hem de seyredilene.
Diotima değil miydi o, “Aşk konusunda yetersizsin!” diye fırça çeken Sokrates’e? Yeri gelmişken, Diotima, nereden bulacağız ruhumuzu dölleyecek Güzeli? Söyleyiverseydin bunu da onca sözün arasında.
Aşkla ilgili sırra, o en yüce makama erişti mi acep Sokrates? Yok mu örnek alacağımız, peşine takılacağımız bir erdemli? İnsan, aradığını illâ ki bulur; bulduğu da hep aradığıdır, bu böyle biline. Ne aradığına dikkat etmeli. Ama bir ara, aramayı da unutmalı, aklını da unutabilmeli. Böylece aşka sıra gelmeli.
Hiç tesâdüf edilmiş midir cezbesiz, aşksız, tesâdüfî kemâle?
Bakmayın siz, güzeli her daim kadın üzerinden anlatana, kadın üzerinden hatırlayana. Mâşuk, sezgi ile kavranır; kavrayış, karşısındakinden kendine dönen kadardır. Bu yolda anlatılanlar ise buzdağının tepesinde olanlardır. Anlatılamayan, suyun altındaki eteklerde, sezebilene.
Allah, güzeldir, güzeli sever. Güzel olmayan, Allah’ı ne bilsin; Allah da güzel olmayanı ne yapsın? Güzel, ilişkiden gâyrı nerede bilinir?
Din deyince, aklına emirler, yasaklar gelen biçâre? Aklına düşünce utandığından, bir fânidir gebe kalan ölümlüye. Ruhun gebe kalış ânı, düştü mü hiç önüne? Doğum Tanrıçası Güzellik lütfetti mi üremene?
Asıl i’tikâf, salât-ı dâimse, bundan emin olanın söyleyeceği sözdür aşağıdakiler, yoksa aşağılama.
“Kur’ân’ı, kahvelerde, meyhanelerde de okumalı ki, oradakiler de istifâde etsinler. Çünkü câmiye gidenler, her gün dinliyorlar. İstifâde etmişlerse etmişlerdir, etmemişlerse, edememişlerdir.” denilmiş. Bu ne aşk!
Güzel İsâ da çok uyarmıştı. “İşittiğini duy, baktığını gör!” diye. “Anlatıyorsun, anlatıyorsun, ama anlamıyorsun!” diyen kimdi? Bana söylenilmiştir elbette ama söyleyen kimdi?
Eski Yunan’da, Theoria temâşâ etmekti. Bedene ait duygu, haz ve eylemden arınmış olarak Tanrısal olana ulaşmak. Aristoteles, “Temâşâ, Erdem’in bir etkinliğidir” demişti. Yalnızca Erdemli olanın göreceği Güzel miydi o, Güzelin kendi miydi hani o köpek leşinin dişlerini güzel bulan?
Fıtratına uygun olarak var olmak, kutsal olmak demek; bir kuşun uçuşu, bir kedinin gerinmesi, bir aslanın kükremesi, bir bebeğin gülücüğü, mevsimler… Hele İnsan!
Anadolu bilgesi İsmail Emre, “İnsanın Varlığı, ahlâk demektir” der. Nasıl aşacağız biz bu çıtayı Sayın Emre? İşittik ama duymadık mı diyeceğiz? Acımadın bize vallâhi!
Kendime demem odur ki: Ey gonca gül! İnsan olma dâvânı sakın satmayasın iki karga, üç-beş saksağanın ilgisine.