Notlar
Şunu okumak üzdü beni bu sabah: Lessing diyor ki; "Kendi zamanında insanlar Spinoza'dan, ölü bir köpekten kaçınır gibi kaçınırlardı."
Akademisyenlerimize naçizane bir önerim var: Hegel'in felsefesine "diyalektik", yöntemine de "kurgusal" dediğiniz yayın ve videoları gözden geçirin. Bu yüzyılda, Hegel'in, giderek daha sağlam kavranıldığına tanıklık edeceğiz gibi görünüyor. Diyalektik felsefeyi taçlandıran Kant'tır. Hegel, onu nasıl eleştirdi ve aştı? Bu neden önemsenmiyor? Hegel'in felsefesi, diyalektiğin aşılmasının müthiş serüvenidir; nasıl olacak bu iş? İleride, kurgusal olanın, kurgulda sadece ve hem de ilk kıpılarından olması hasebiyle, Hegel'in, feci yanlış anlaşılmasına birer örnek olacaksınız. [...]
Yazılar
Katman Kabuklu, Çetin Ceviz
Bir dereceye kadar haklı olarak, duyusal algımıza çarpanlar hakkında fikir bildirmekte beis görmüyoruz. Özellikle, sanat, felsefe ve din, kavramsal düzeyde bilgimiz olmasa da kolaylıkla fikir bildirdiğimiz alanlardan. Bu alanlarda kullanılan dil, günlük dille anlaşılabileceği kanısı oluşturuyor. "İnsan anatomisi", "cebir", "protein sentezi" denildiğindeyse bir fikir bildiremiyoruz (şimdilik) çünkü günlük dille kavrayamıyoruz. Kavramak, bir alanın, o alana özgü tanımları olan terimlerin içinin doluluğunu gerektirir. Bunları bilirsek, o alanda konuşabiliriz. Eğer bir "alan"a [...]
Bir Saray İnşa Etmek
Okuyanlar bilir, "Yokluğun Terbiye Ettikleri" adlı yazımda, nitelikli bir ilişki için kendimizi kontrol etmenin yetmediğini, karşımızdakini de kışkırtmamamız gerektiğini yazmış ve bunu nefs köpeğimi bağlamak, karşımdakinin de köpeğini havlatmamak olarak adlandırmıştım. Bugün orada sergilediğim "şimdi ve burada" anlayışını aşan bir düşünme biçimine geçtiğimi, ilişkilerde çözümü daha da derinlerde aradığımı anlatmak istiyorum size. Bunlar benim şahsi çıkarımlarım elbette. İlişkilerimde, her türlü sürtüşmede, kendimin nerede hata yaptığını araştırırım. Eyleme çıkmamış bir [...]
Tate Exchange: Sanat nedir? Sanatçı kimdir?
“Sanat güzelliği, tinden doğmuş ve yeniden doğmuş güzelliktir.” Bu cümleyi ilk okuduğumda, çeviri hatası olduğunu düşünmüş, orijinaline bakma gereksinimi duymuştum. Çeviri hatası yoktu. Anlayışım yetersizdi. Ne demek istiyordu bu cümle? Sanat, din, felsefe, şu Tin olmadan olanaklı olmuyordu! Neydi bu Tin? Tinin ne olduğu ile ilgili kavrayışımda bir sorun vardı. Geist, Psükhe/Pneuma kavram çalışmalarımı derinleştirdikçe, gelişigüzel çevirilerde, Tin’in, ruh olarak karşılanarak, anlamının büyük ölçüde indirgendiğini gördüm. En yakın örtüşme [...]
YÖK Başkanı’na müzik dersi
Tevâtürden edindiğim bilgiye göre, bundan bir süre önce, ülkemize gelen bir Alman mimar, Mimar Sinan’ın yapıtlarını inceledikten sonra, “Mimarinin şâhikasına imza atan bu sanatçının, içinde yetiştiği kültürün müziğini dinlemek istiyorum” deyince, kendine halk müziğimiz, sanat müziğimiz, popüler şarkılarımız dinletilir. Gelgelelim, Alman mimar bir türlü ikna olmaz ve “bu değil, bu da olamaz” diye tutturur. En sonunda, Dede Efendi ve Itrî dinletildiğinde mutmain olur ve “işte bu!” der. Tinselliğin, mimaride ulaştığı [...]
Bu filmi izlemeden “yoldayım” dememeli: Whiplash
Anrew’nun bir ideali vardır; gelmiş-geçmiş en iyi bateristlerden biri olmak. Her ideal gibi, ulaşılması zor olan bu idealini gerçekleştirebilmek için, yaşadığı ülkenin en seçkin müzik okulunda eğitimine başlar. Bir gün, ders sırasında değil ama kendince pratik yaparken (nafile ibadet) okulun en iyisi olduğu kadar, kendinden en çok ürkülen hocası, bateri çaldığı odaya gelir. Talebine icâbet edilmiştir. Ancak, Andrew yolu onunla yürüyebilecek midir? İşte, kendinin belirlediği bu talep çerçevesinde gelişen olaylar [...]
Balzac’ın Hırçın Güzeli
Fransız yazar Honoré de Balzac’ın Bilinmeyen Başyapıt isimli eseri sanatı kavramsal düzeyde ele alan ve kapsamlı düşünme olanağı sunan bir kısa öyküdür. On dokuzuncu yüzyılda yazılmış olmasına karşın zamanına aşkın tinselliği okuyucuyu sarsıcı niteliktedir. Bugüne dek Cezanne, Matisse, Picasso gibi birçok ünlü sanatçının; Karl Marks’ın, sanat kuramcılarının ilgisini çeken bir başucu yapıtı olmuştur. Balzac’ın ve öykünün tinselliğinden derinden etkilenen Picasso’nun 1937 yılında olayın geçtiği adres olan Grands Augustins sokağında konumlandırılan [...]
Türkiye’de, köşe yazarlığı sorunu
Kulağına kar suyu kaçmış bir köşe yazarı olarak yazıyorum bu satırları. On yıl kadar önce, “köşe yazarlarının bilinci, ortaokul seviyesinde olan ülkemizde…” diye bir cümle işitmiş, bu konuda düşünmeye başlamıştım. Bir ay kadar önce de Baykuş dergisinin Hegel sayısına, “Felsefe, akademik bir boncuk oyunu değildir!” başlıklı bir yazı ile katkı vermiş olan, Doğan Göçmen’in satırlarında benzer bir göndermeye denk geldim. Doğan Göçmen: “Felsefe, bu kadar basit bir biçimde hazırlanıp hazmedilecek [...]
Avrupa’dan gelen Müslümanlık
Perspektifin tarihini inceleyenler bilirler; çağımızda, ortaokul öğrencisinden uygulaması beklenilen perspektif bilgisi, örneğin; Helenistik dönemde, sanatçılar tarafından bile bilinmeyen bir şeydi. Basit bir şeyden söz ediyorum: Yanlarında, sokak lambalarının düzenli olarak dizildiği bir sokağı resmedeceksek, sokağın bize yakın tarafındaki direklerin boyuyla, uzakta kalanların boyunun aynı olmayacağını biliriz. Resme, bir derinlik duygusu veririz bu bilgiyle. Klasik dönem sanatçısının, bunu, çalışmasına aktarabilmesi olanaklı değildi. Gombrich’in “Sanatın Öyküsü” isimli kitabını henüz okumadıysanız mutlaka okuyun. [...]
TBMM Başkanı’na açık mektup
Sayın Kahraman, Sizi tebrik ederek satırlarıma başlayayım. Zekisiniz, şaşırtmayan bir hesapçılıkla, bir taşla iki kuş vurdunuz. Bravo doğrusu! Hem kadın, hem sanat, nasibini aldı kısıtlamanızdan. Haklısınız ikisi de tehlikeli. Sınırlanamayacak yegâne gücün, kusursuz özgürlüğün yani sanatın bağrında, kadın bedeni, nasıl da tehlikeli! Yazık! Oysa, ferdî hikmetin ta kendi! Bireysel özgürlüğün nefes aldığı cennet bahçesi. Siz, hiç, bir sanatçıyı eserini yaratırken izleme fırsatı buldunuz mu Sayın Kahraman? Hani, o özgürlüğün doruğunda, [...]
Salome, Yudit ve Delila
Yazı yazmak için oturup yarım bırakanlardanım. Her oturuşumda iki davetsiz misafirim olur: Platon ve Aristoteles. Konuşmadan, beni esir alırlar. Platon olanaklı olduğu ölçüde soyut olanda kalmamı, İdeal olanı vurgulamamı önerir: “Veciz olanı, lakonik ifadeyi anlamayanla işin ne?” diye sorarak baskı kurar. Aristoteles ise tüm bağlantıları göstermemde, bir dizge oluşturmamda ısrar eder; analitik ve mükemmeliyetçi yanımı esir alır. Onları anlamaya çalışıyor olmamdan dolayı, beni böylesine teklifsizce ele geçirmeyi kendilerine hak görmelerine [...]