Mursi karşıtlarının toplandığı Tahrir Meydanı’nda, 2013 yılının o yaz başında, kendini devrimci olarak tanımlayan beş erkeğin tecavüzüne uğrayan yirmi iki yaşındaki Hollanda’lı stajyer gazeteci kızı unutamam.

Onbinlerce kişi arasında, kalabalığın içinde… Saldırının, sosyal medyada önüme düşen videosunu tıklama gafletinde bulunmamış olmayı yeğlerdim. Bu genç kadının çığlıkları günlerce kulaklarımda kalmış, ruhumu parçalamıştı. Tahrir Meydanı’nda, dört gün içinde doksanbir, evet 91 kadının cinsel şiddete uğradığı rapor edilmişti o günlerde.

Bir erkeği, başka bir canlı varlık ile karşılaştırılamayacak kadar canavarlaştıran mekanizma nedir?

Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kampanya başlatıldı: Cinsel tâcize uğrayan kadınlar, uğradıkları tâcizi ve tâcizcilerini ifşâ etmeye başladılar. Artık kampanya demek doğru değil, olay, önüne geçilemeyen bir çığ gibi büyüdü; toplumda öngörülemeyen bir etki yarattı; özellikle erkekler, kadınların nasıl bir dünyada yaşadıklarını, duygusal açıdan neye maruz kaldıklarını daha iyi anlamaya başladıklarından dolayı şaşkınlar. Şaşkınlar, çünkü bu kadar geç gelen bir anlayış, içsel bir hesaplaşmaya neden oldu, olmakta. Tâciz, tecavüz ile suçlanan isimler arasında ünlüler de var; hem de yüksek sayıda. Bunlardan bazıları, halihazırda yer aldıkları projelerden çıkarıldılar; imzaladıkları antlaşmalar feshedildi.

Sosyal medyada ana gündem maddesi olan, ülkede fırtınalar koparan bu zincirleme hareketin Amerika Birleşik Devletleri’nden başlaması şahsen beklediğim bir olaydı. USA’ya hiç gitmişliğim yok, özel inceleme alanım da değil ama bir biçimde temas ettiğim, tanıştığım o topraklarda yaşayan her kişinin dil kullanımındaki titizliği dikkatimi çekmiştir. Bu, Avrupa ülkelerinde de böyledir. Hatta, bizim coğrafyamızdan oralara gidenlerin, dili akıcı olarak konuşup anlamaya başladıklarında aldıkları ilk sinyallerden, uyarılardandır “politically correct” konuşma âdâbı.

“Politically correct” konuşma kuralı -nezaketi-, Amerika Brleşik Devletleri’nde özgürlük alanınızı daraltacak kadar yorucu bir seviyede ilerler. Konuşmalarınızda azınlık, kadın, doğulu, engelli, Müslüman, Yahudi, homoseksüel vb. hiçbir gruba en ufak bir olumsuz sözcük kullanmanız hoş karşılanmaz; hemen dışlanırsınız. Bu dikkat bir süre sonra konuşanı öylesine yorar ki, kişi, bu işin daha kabul edilebilir kurallarla olanaklı olup olmadığını sorgulamaya, sorun üzerinde düşünmeye başlar. Azınlık olan taraf ise bunları düşünen, incitildiği, aşağılandığından dolayı etik bir dil kullanımını talep eden taraftır. Böylece, olumlu ya da olumsuz bakış açılarıyla aktarılmış olmalarını ikinci planda bırakan, ortak bir duyarlılık alanı oluşturulmuş olur. Kullanılan dil, toplumu belirler.

Yaklaşık otuz yıl önce, beş yıl kadar İngiltere’de yaşamıştım. O tarihte, toplumun her kesiminde karşılık bulan cinsiyetçi olmayan bir dil kullanımına gösterilen özen, ne yazık ki, bugün bizde hâlâ yok. Asla cinsiyetçi dil kullanmayan bir Türk erkeğine ben rastlamadım; bir kişiye bile! Hatta, kadın hakları savunucusu, eğitimli ve farkındalığı yüksek kadınların bile bu konuda yeterince özenli olmadığını gözlemliyorum. Neredeyse vb., vs. gibi bir kısaltma haline gelen “aq, amk”lerden iğreniyorum; kadınların da bunları kullanmalarına hayret ediyorum. Her konuşmasında mutlaka s……cek (çok özür dilerim) bir insan evlâdını bulan, bu sözcüğü rahatlıkla dillendiren, yazan ne çok insan var! Anlamı üzerine iki dakika düşündünüz mü?

Geçenlerde, Türkiye’deki tâciz oranı, %93 olarak açıklandı. Ben bu rakamı düşük bulanlardanım. Bu topraklarda yaşayıp tâcize uğramamış olan tek bir kadın olduğunu sanmıyorum; soyarcasına bakma, lâf atma da tâcizdir zira.

“Anam, avradım olsun” diye bir yemini, “anasını satayım” diye bir dileği olan dilimizin farkına varsak? “Güzel Türkçem”miş…

Şu gazetedeki köşesini, televizyondaki programını kaybeden şahsa minnettarım. Kullandığı ayrımcı dil nedeni ile işini kaybeden birinin olması, ülkemiz için umut verici bir gelişme. Ne olduğunu ilk okuduğumda anlamadığım, yalnızca üç sözcüklük bir eylemin, hem ırkçı, hem de cinsiyet ayrımcı olması, olabilmesi şaşırtıcı.

Sanırım, sorun tam da burada: Seks, çoğunluk için “çiftleşmek”. Partnerini kusturacak bir eylemden zevk almaya devam eden kimdir? Ya da nedir diye sorsak daha mı doğru olur? Nedir yâni? Ona hâlâ insan diyebilir miyiz? Yatak odasında, karşılıklı rızâ ile olup bitene karışılmaması gerektiğini savunanlardanım.  Amacım, yargılamaktan çok, çıkılabilecek en üst düzeye dek düşünmeyi sürdürmek.  Orada Cemal Süreya’yı buluyorum, “Sevmek, çifleşmek değil tekleşmektir” diyen. Yok, hemen her cinsellikte sevgi olması gerekir mi diye sormayın. Gerekmeyebilir! Ama ya kendinize olan sevginiz?

Erkeğin cinsellik üzerinden anlaşılması, tanımlanması zor ve hassas bir konu. Hassas olmasından öte çok da kapsamlı bir konu. İşin içine güç ve iktidar ilişkileri giriyor. Tâciz etmek, aşağılamakla âciz bırakmakla ilgili. Eğitimli, gelişmiş toplumlarda bile kadınların ağır bir bedel ödedikleri bu hastalıklı konuda iyileşmeye, dilde neşter kullanarak başlayabiliriz.

Başarısız cinselliğin, erkeklerde iktidarsızlık kadınlarda ise soğukluk olarak tanımlandığı, buna benzer örneklerin bol olduğu haksız dil ile: senin dilinle.