Fransız yazar Honoré de Balzac’ın Bilinmeyen Başyapıt isimli eseri sanatı kavramsal düzeyde ele alan ve kapsamlı düşünme olanağı sunan bir kısa öyküdür. On dokuzuncu yüzyılda yazılmış olmasına karşın zamanına aşkın tinselliği okuyucuyu sarsıcı niteliktedir. Bugüne dek Cezanne, Matisse, Picasso gibi birçok ünlü sanatçının; Karl Marks’ın, sanat kuramcılarının ilgisini çeken bir başucu yapıtı olmuştur. Balzac’ın ve öykünün tinselliğinden derinden etkilenen Picasso’nun 1937 yılında olayın geçtiği adres olan Grands Augustins sokağında konumlandırılan aynı binada bir yer tuttuğu ve bir süre burasını işlik (atölye)  olarak kullandığı bilinmektedir.

Balzac bu kısacık eseri ile; Dünya Tininin özsel ereğini açımlarken geçtiği sanat uğrağında, özgül yeterlilikten evrensel yeterliliğe zorladığı sanatçıyı ve bunu yaparken sanatçının içine düştüğü yabancılaşma kaynaklı çelişki ve parçalanmayı ustalıkla ortaya koymuştur. Üstat ressam Frenhofer’in, on yıldır üzerinde çalıştığı ve öykü örgüsünün etrafında kurgulandığı resim olan Catherine Lescault, Hırçın Güzel’i sonunda yakarak ve ölerek eriştiği netlik okuyucu için olanaklı değildir; aksine eser bizi artan sorular ve bulanık bir kavramsal derinlik ile başbaşa bırakır.

Balzac’ın dahice bir sezgi ile yazdığı bu öykü, soyutlamanın sanat alanında bir öncülüdür. Çağ açıcılık, yarım yüzyıl sonra Société des Gens de Lettres’in kendinden Balzac’ın bir heykelinin yapılması istenilen Rodin’in uzun bir inceleme ve onu izleyen dört yıllık bir kuluçka döneminden sonra kimilerince ilk soyut heykel olarak kabul edilen Balzac Anıtı’nı, yazarın gücünün neredeyse soyut bir sembolü olarak tamamlaması ile sürmüştür. Yazarın onurlandırılması adına bu siparişi veren Société des Gens de Lettres tüm geleneksel eğilimleri kıran ve yazarın “gerçekçi” bir gösterimi olmaktan çok uzak olan bu heykeli kabul etmemiştir.

Öykü, genç ressam Poussain’nın tanımadığı ancak öykündüğü usta ressam Porbus’u işliğinde ziyarete giderken, aynı anda başka bir ziyaretçi olan çok yaşlı bir adama rastlaması ve birlikte geldiklerinin düşünülmelerinden dolayı eve kabul edilmeleri ile başlar. Yaşlı adam, Porbus’un, önünde yerlere eğildiği üstat Frenhofer’dir. Sanat, sanatta güzellik kavramı ve bunun edimselliği üzerine kısa bir giriş yapılır. Üstat on yıldır üzerinde çalıştığı resmini Catherine Lescault, Hırçın Güzel olarak anmaktadır. Catherine Lescault’yu bir türlü tamamlayamamakta, artık bittiği sezgisini verecek olan son fırça darbesi gelmemektedir. Üstat yeterince kusursuz bir ifade yakalayabildiği konusunda pekin değil, aksine derin bir kuşkudadır; küçük de olsa bir eksik vardır. Sevgili konumuna yükselttiği  Hırçın Güzel’ini kimseye göstermemektedir, Catherine’in bedenine başka bir göz değmemiştir. Poussain, Frenhofer’in kuşkusunu giderebilmesi için güzeller güzeli sevgilisi Gillette’i model olarak kullanmasını önerir. Bunu izleyen olaylar sonrasında Frenhofer aynı akşam başyapıtı da dahil olmak üzere tüm eserlerini yakar ve ölür.

Eserde ayrı kişiler olarak ele alınan ressamlar bir ve aynı kişidirler: Frenhofer ile Poussain arasında her zaman bir ara bulucu olan Porbus üstadın orta yaş dönemi, Poussain ise gençlik yıllarıdır. Poussain yetenekli ve o denli de ihtiraslıdır. Sanatın görevinin kopyalamak değil anlatmak olduğunu şimdiden bilir. Başlangıçta olması gerektiğinden, henüz sezgisel de olsa  pekin olduğu bir şey daha vardır, yaşlı kendi Frenhofer şöyle der: Dehası henüz taze kesesi boşken bir üstadın karşısına ilk çıkışında yoğun bir coşku duymamışsa insan, yüreğinde her zaman bir tel, yapıtında bilmem nasıl bir fırça vuruşu, bir duygu, bir şiir anlatımı eksik kalacaktır.”  Frenhofer olma yolunda genç ressamı da her sanatçı gibi, gerçekte kendini bir sanat eseri olarak ele alabilen her ölümlüyü beklediği gibi zorlayıcı bir yol beklemektedir. İnsan olmanın doğası her ne kadar anlaşmakta diretmek olsa da bir sanatçının öncelikle, soyut ve belirlenimsiz olanın sonlu gerçekliğe verilmesinde bir ara durum varlığı, bir orta terim olma konumunda direterek anlamı kendi tinselliğinden doğurması gerekmektedir. Yaratım acılı bir süreçtir; duygu ve dış nesnelerin ötesinde bulunacak olan anlamın, gerçekte sanatçının tümel güçlerin egemenliğinde  içsel ile dışsal olanı denk kılarak yakalama çabasıdır. İçerik ile biçim ayrı düşecek, belki de uyuma hiç girmeyecektir; rüzgarda savrulan alevden saçların kokusu ve dalgası duyumsanacak ancak saçlar yanmayacaktır! “Önünüzde bir kadın var, sizse bir resim arıyorsunuz…Sanat nerede? Onu iyice gizlemişim, sanki yok edivermişim değil mi?” Frenhofer’in bu çığlığının üzerinden yaklaşık iki yüzyıl geçmiş olsa da sanat ve sanatçının tamlanamamışlığı, hemen her türlü sıradan tikel uğrak zorlanmış olsa da doyuma ulaşılamaması güncel bir sanat sorunsalı olarak varlığını sürdürür.

İçerik ve biçimin kusursuz uyumlu birliği üstat için eksik bir anlatımdır; tuvalden neredeyse çıkıverecek denli dirimli resmedilmiş  olan Hırçın Güzel üstat için yeterli değildir, bir şeyin eksik olduğu yönünde sancı veren bir kuşku içindedir. Öncesiz ve sonrasız soyut tin kendini ancak tinsellik olarak bildirebileceği için,  duyumsadığı mutlak tin yani özgür tin, gerçek varoluşunu tuvaldeki kusursuz bedenin ifadesinin üzerine çıkarak ve ötesine geçerek gerçekleştirecektir. O da “Orpheus gibi sanatın cehennemine inip oradan yaşamı getirmek” istemektedir. “Benim yaptığım resim değil bir sevdadır, ben ressamdan çok bir aşığım.”…“Kuşku içindeyim.” Bir yandan şiir bir yandan düşünce fırçayla yarışmaya yönelmekte ve onu zorunlu olarak kuşkuya götürmektedir çizginin varlığından bile kuşku duymaktadır.

Devinen tinsellik, sanatçının nerdeyse acı çekerek ulaştığı bu kusursuz dışsal  anlatım, klasik resim, şimdi bir çelişki bir çatışkı olarak sanatçının karşısına dikilmiştir ve biçimsel açıdan elde edilen eksiksizliği yok etmeye yöneltmektedir, kusursuz beden de aradan çıkmalıdır. Örtük olanın özbilinçli olana ifadesi nasıl başarılacaktır? Sanat kendini aşmaya davet edilmektedir. Bu kusurlu varoluşu aşmak için tuvale dokunan her fırça darbesi bir soyutlamadır artık. Bir kadın bedenini tüm kusursuzluğu içinde sergileyen Gillette’in modelliğinden sonra üstat Hırçın Güzel’i göstermeye hazırdır; eseri kusursuz bir dirimli bedenden çok daha fazlasını anlatmaktadır. Oysa Poussain ve Porbus tuvalde bir kargaşa dışında yalnızca mükemmel resmedilmiş bir ayak görürler, onların bakış açısından tuvalde görülecek bir şey yoktur. Genç Poussain ve orta yaşlı Porbus, Frenhofer’in erken bilinç aşamaları olarak kendilerine örtük olan bu başyapıtı açık ve seçik olarak anlamaktan uzaktırlar; yine de, Güzel’in ölçütü genç bilinç tarafından sunulmuştur. Onlar tuvalde, klasik dönemden arta kalan bir ayak dışında yalnızca boya katmanları, değişik renkler ve fırça darbeleri görürler; ayaksa son derece güzel ve canlıdır.

Sanatta İdeal eylemin saf edimselliği, sadece olumlu ve tözsel güçlerce yönlendirilebileceği için bu eserde sanatta özünlü geçişler olduğu ve her bir kıpının bir üst kıpı tarafından belirlenmiş olmasının aynı zamanda bir sınırlanma olduğu da imlenmiştir. Balzac sezgisel olarak, resim sanatının eksik bir tikel anlatım olduğunu, sanatın bildirim yetisinin daha derin öznellik kapsayabildiğini ve zaman ile mekanda tutuklu kalan tuvalin bunun iptal edilmesi ile daha yetkin bir anlatıma geçebileceğini biliyordu, bunu bildiği için şu soruyu sorabilmişti: “Tablodaki yüzler hareket edecek olsalar, tuvalde işlenen gölgeli kısımlar da ışıklanacak mıdır?” Bu geçişler zorunludur ve ancak dışsal aracın ortadan kaldırılması ile olanaklıdır. Böylece öykünün son sayfalarında,  bir sanat eserini tinselliğinde duyumsayan bir sanatçı inceliğiyle üstat Frenhofer’a bakan genç Poussain şöyle der: “Ressam olmaktan çok bir şair.” Yaşamının ileri bir döneminde “Ayrılamaz bir biçimde birbirine kenetlenmiş etkiyle nedeni, şair de, ressam da, yontucu da birbirinden ayırmamalıdır! Asıl savaş, işte odur!” diyecek olan da odur.