İnsan için inen Kur’ân âyetlerinin, yasak merkezli, kasıtlı yorumlanmasından çok, insanın, eylem ve söylem bütünselliğinde ele alınarak yorumlanması, dinin, yalın, kirletilmemiş özüne daha uygundur. Kendini, Tanrı ile kulun arasına, denetleyici, hüküm verici bir mekanizma olarak tesis eden her anlayış, öncelikle, insan olmanın onuru demek olan özgürlük bilinci ile çatışır. Özgürlüğü herkes için istemek özbilinçli bir tutumdur. İkincil olarak ise, din maskeli bu tür yaklaşımlar, dinin bizzat kendisiyle çatışır.

Kur’ân’daki içki yasağını, otoriter bir tavırla, bağlamından kopararak yorumlamak; âyetleri, “hamr (şarap), mayalanmış içki demek, öyleyse rakı, votka içilebilir,” biçiminde yorumlamak denli sığ bir tutumdur. Oysa sorun, alkolle açığa çıkan davranışlarla ilgilidir. Eşit miktarda alkol tüketen kişilerin, alkolden etkilenme oranlarının farklı olmasına neden olan unsurlardan en önemlisi, alkol dehidrogenaz adı verilen bir enzimin azlığı ya da çokluğudur. Alkol dehidrogenaz, vücuda giren alkolün metabolize edilmesinde etkin bir enzimdir. Polimorfik olması, alkol tüketimine bedenin verdiği tepkinin yaş, cins, ırk vb. etmenler nedeniyle farklı olmasına neden olur. Genetik yapılarından dolayı bazı kişiler, alkolü çok iyi tolere eder; bu, alkol dehidrogenaz metabolizmasının yüksekliğine işarettir. Gerek genetik, gerekse ruhsal etmenler nedeniyle bireylerin alkole verdiği tepki özgüldür.

Alkol tüketimini toplumsal bir sorun haline getiren şey, “korteks baskısının” azalması nedeniyle sergilenen kontrolsüz, saldırgan davranışlardır. Normal koşullarda baskılanmış olan dürtülere, kontrol mekanizmasının ortadan kalkmasından dolayı geçit verilmesi olarak tanımlanabilecek bu durum, din açısından ele alınırsa, kişinin, ruh ile beden birlikteliğinin, başka bir deyişle, nefs seviyesinin ortaya konulması olacaktır.

Şarap (hamr) ile ilgili âyetlerin iniş sırası önemlidir. Bu âyetler, sırasıyla şunlardır:

Nahl 16: “Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden, hem içki hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette, bunda, aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.”

Bakara 219: “Sana, şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: «Bu ikisinde, büyük bir günah ve kişilere bazı yararlar vardır. Ancak, günahları, yararlarından daha büyüktür.»”

Nisa 43: “Ey, iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye kadar- cünûp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar salât’a (namaza) yaklaşmayın.”

Maide 90: “Ey, iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.”

Maide 91: “Oysa ki, şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah›ı zikretmekten ve salât’tan (namaz kılmaktan) alıkoymak ister. Artık son verdiniz, değil mi?

Şarap (hamr), önce hem güzel, hem de rızık olarak anılıyor. Mayalanmış üzüm suyunu Allah, niçin önce güzel rızık olarak adlandırıp sonra yasaklasın? Daha sonraki âyetlerden anlaşılıyor ki, alkol tüketimini kontrol edemeyenler, namazını sarhoş edâ edenler var. Devamında, uzak durmanın “kurtuluşa ermek için” olduğu vurgusu apaçık yapılıyor.

İbn Arabî, Bakara 219’un “Yarar” bölümünü şöyle yorumlar “Geçim, nefsanî hazlar elde etme, aşağılık ve bulanık heyetlerden ve hüzünlendiren kederlerden gafil olma sonucunda, sevinç türünden yararlar vardır.”

Alkol içmenin, gündelik dertlerden, tasalardan uzaklaştırıcı etkisi olduğu yadsınamaz. Kişinin, omuzlarında hissettiği yükü hafifleten bu “etki” bağımlılık yaratır, alkol değil. Kişi, alkol tüketimiyle değişen ruh halinin tiryâkisi olur.

Kurtuluşa ermeyi istemek denli öznel bir tutumu, toplumsal bir dayatma haline getirmeye çalışmak sağlıklı mıdır? Bakara 256 ile halihazırda “Dinde zorlama yoktur,” âyeti inmişken, diğerlerini kurtuluşa erdirmeyi görev edinmek, dinimizle barışık bir eylem olabilir mi? Edep elverse de, alkol yasaklarını dayatanlara, kurtuluşa erip ermediklerini sorsak! Hoş, kurtuluşa erenler tevhîd üzere olacaklarından dolayı, “Sizin dininiz size; benim dinim bana” âyeti gereği, başkasının nefs eğitimine karışmayacaklardır.

Maide 91, bize, şeytanın aramıza kin ve düşmanlık sokmak için alkolü, araç olarak kullanarak Allah’tan uzaklaştırdığına işaret eder. Sorun, tüketilen sıvıdan çok, onun etkisinde kalarak ne yaptığımızla ilgili gibi görünür. Alkol almadığı hâlde kişilerin arasına kin ve düşmanlık sokmak isteyenlerin durumu daha vahim olsa gerek; çünkü, kişilerin arasını bozarak, Allah’la kendi aralarını da bozmuş oluyorlar.

Bu âyetler, özellikle Maide Sûresi’nin 87. Âyeti de ihmal edilmeden okunmalıdır sanırım. Bu âyet, helâl kılınmış bir şeyi, sınırları aşarak haram kılmamanın önemine değinir.

Tam da Kur’ân’ın bizzat kendinden izlenebileceği gibi; önceleri, “güzel” ve “rızık” olarak adlandırılan şarabın tüketiminde, kişinin haddini aşarak şeytanla işbirliği yapacak seviyeye inmesi anımsanmalıdır. Kuşkusuz ki, burada şeytan, emmâre düzeyinde bulunan nefsimizdir. Dinin, İseviyet aşamasında, şeytan dışarıdadır. Tevhîd dini İslâm’da ise şeytan, ayrı bir var olan değildir; Hz. Muhammed’in, “Ben şeytanımı Müslüman ettim,” hadisi ile işaret ettiği gibi.

Uzmanlara göre, alkol aldığımızda kişiliğimizin bastırılmış yönleri açığa çıkıyor. Bu nedenle, bir kişiyi tanımanın en iyi yollarından birinin alkol sofrası paylaşmak olduğu söylenir.

Dostoyevski, “Tanrı olmasaydı, herşey mubâh olurdu,” demişti. Yaşamımızda, sorumluluklarımızı Tanrı’ya yükleyerek, yasak adı altında geçici çözümleri taçlandırmaktan usandığımız bir “yetişkinlik” durağı olması gerekmez mi?

Bir Bektâşî, camide dua edenlerin arasına katılmış ve başlamış duaya: “Allahım bana rakı ver!” Etrafında, “Allahım iman ver, esenlik ver, sabır ver” diye dua edenler çok rahatsız olmuşlar ve

“Edepsiz, sen nasıl olur da böyle dua edersin!” diye Bektâşî’yi haşlamışlar. O da şöyle demiş:

“Allah’tan, olmayan şey istenilir, benim rakım yok, rakı istiyorum; siz iman istiyorsunuz, demek ki, sizin de imanınız yok!”

Sevgili bir dostumdan duymuştum: “Bir şişe alkolle giden iman, demek ki henüz iman değildir; bırak gitsin.”