Tıpta branşlaşmanın avantajlarının ortadan kalkması, bir kardiyoloğun bizi kalpten; göz doktorunun gözden ibaret kabul etmesiyle başlıyor. Amerika’da, on beş ciddi kronik rahatsızlık tanısından yalnızca birini almış hasta sayısıyla bunların beşinden tanı almış hasta sayısını gösteren grafiklere denk geldim. Aradaki fark endişe verici. Kısaca, bir hastalık tanısını takiben hastalık sayımız artıyor. Buna bağlı olarak içtiğimiz ilaç sayısı da. Verilen ilaçlar, ağırlıklı olarak baskılama ve yavaşlatma odaklı çalışıyor. Çoğu kez, hastalık belirtileri gideriliyor, ama tedavi edilemiyor.

Önyargı canavarına boyun eğmeyen cesur hekimler, hastalıkların bölgesel değil bütünsel tedavisinin önemini kavramaya başladı. Hastanın, sağlıklı kalması durumunda doktora ödeme yapılması, bir Çin geleneğiydi yanılmıyorsam. Ortodoks hekimlerin ağır protestolarına karşın akupunktur, modern tıbba entegre oldu. Heterodoksi, hangi alanda kendine kolaylıkla yol açabilmiş ki! Dr. Mustafa Atasoy’un, kendi deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı Fonksiyonel Tıp adlı kitabını okumanızı öneririm.

İdeal bir devlette, hâkim ve hekimlere gereksinim olmayacağını söyleyen Farabi miydi? Modern olamadık, ama modernizmin kölesi olduk. “Doktor” diyoruz, eskiden hekim denilenlere. Latince’de, doctor, kilise babası, din öğretmeni anlamı taşır. Kökenine daha yakından bakmak isteyenlere, docere sözcüğünü incelemelerini öneririm. Bu bağlamda; hekim, hâkim, hikmet, hüküm sözcüklerinin kök anlamlarını merak edenler, kadim geleneklerde bütünsel anlayışların önemsendiği zengin bir diyara yolculuk edeceklerdir.

Bütünsellik, görmeyle ilgili olsa da görmenin ön koşulu işitmektir; “İşitmeyen göremez, gören, ilimdir,” derler. Daha önceki yazılarımda bunu irdelemiştim. Leonardo Da Vinci üstad şöyle der: “Görmeyi öğrenin. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu fark edeceksiniz.”

Diş ve organ bağlantılarını öğrendikçe hayretler içinde kalan bir çene cerrahı dostum var, memleketin en iyilerinden. “Ortodoks hekimliği, zor da olsa terk ettim,” diyor, o kibirsiz güzel yüzünü ışıtan bir gülümsemeyle. Karaciğerle bağlantılı dişin çekilmesinin neden olduğu karaciğer enzim yüksekliği, pankreasla bağlantılı olan dişin çürümesinin diyabetle bağlantısı… Birebir böyle olur demek olmasa da, düşünülecek çok şey var demektir bu sonuçlar.

Beden ve ruh dikotomisinin yarattığı gerilimin, gerek bireysel, gerekse toplumsal gereksinimlere uygun olarak giderilmesini takiben, tekrar ortaya çıkmasına, yaşam adı veriyoruz. Toplumların yukarıdan inşâ edilemediğini yaşayarak öğrenmiş olsak da kendi bedenlerimizle ilişkimiz şaşırtıcı bir otoriteryanizm barındırıyor. Bedenimiz, mutsuzluğunu bize hastalanarak anlatmaz mı? Ortodoks tıp ise tüm belirtileri baskılar durur. Birinin kişisel gelişimi için depresyondan daha verimli bir duygu-durum değişikliği olabilir mi? Bir beden varlığı olan beşerin, bir ihtiyâr ve irâde varlığı olarak kemâle erişmek isteyen ruhu ile temasının acımasızca, kimyasal alımıyla engellenişi ne hazindir.

İşlevsel tıp, biyolojik tıp, bütünsel tıp olarak çeşitli isimler verilen heterodoks tıbbın, bence en önemli ve atlanmaması gereken özelliği, ortodoks tıbbı da kapsayarak onu aşmasıdır, dışlayarak değil. Her dışlama, bir eksik ve yanlış anlamadır çünkü. İnsan, beslenme problemlerini, duygusal sorunlarını, içinde yaşadığı kapalı sibernetik alan olan bedeniyle, açık sibernetik alana geçişlerinde yaşadığı uyum sorunlarını aynı anda deneyimleyen bir canlı. Bütünsel bir bakışla değerlendirilmediği sürece, hastalıklar, “belirtileri baskıla, artık baskılanamıyorsa aç bak, gerekirse kes at,” tıbbı ile ele alınmaktadır. Ülkemizde, beslenmenin önemi üzerine dersler veren tıp fakülteleri var mı?

Bir dönemin sanatının, düşünce yapısının; o dönemin fizik, teogoni, kozmoloji, sosyoloji gibi alanlardaki etkinliklerinden bağımsız ele alınması muteber değildir, eksik kalır. Günümüzde, evrenin bir hologram olduğu yönündeki bilimsel bulgular giderek güçleniyor. Çoğu özelliğin yanı sıra, kanımca, hologramların en önemli özelliklerinden biri, bütün-parça ilişkisidir. Örneğin, elli kişilik bir topluluğun fotoğrafını hologram haline getirdiğimizde, bu hologramdaki kişilerden birini kesip çıkarsak da o kesilen parça, orijinal fotoğraftaki, elli kişinin görüntüsünü vermeye devam edecektir. Size, şaşırtıcı bir bilgiden söz etmeliyim: Holistik tıbbın önemli uygulama alanlarından biri olan biyorezonans uygulamalarında, parmağınızın ucundan bir damla kan, bir cama (lam) sürülerek alınır ve üstü lamel ile kapatılır. Aradan aylar geçse de hekiminiz, bu kanın rezonansını temel alarak çalışır; parça, ait olduğu bütünle titreşir. Öldüğünüzde aylar, belki de yıllar önce verdiğiniz kandan artık sinyal alınmaz olur. İnanması nasıl da güç! Hele ortodoks tıp açısından o kan, artık canlılığını bile yitirmiştir. Bir sonraki oturum için, tedavi protokolünü hazırlarken, örnek kandan artık sinyal gelmemesi nedeniyle hastasının vefât ettiğini anlayan hekimleri dinlemelisiniz.

Cesur hekimler, hastalıktan, yani bedenin attığı son çığlıktansa, kişiliklere yoğunlaşmaya başladılar. Kanser hastaları, otoimmün hastalar, kalp hastaları ve bunlar gibi grupları oluşturan hastaların yaşamla baş etme biçimlerindeki benzerlikler değerlendiriliyor. Belirli genetik aktarımların, viral ve bakteriyal enfeksiyonlara verdiği tepkilerin farklılığı, farmakogenetik bilimi altında değerlendiriliyor. Kolektif bilinci artık yadsıyamıyoruz, epigenetik olarak karşımıza çıkıyor. Bilginin depolandığı alanların nitelikleri ve boyutlarını, BrainNet gibi çalışmaların temel ilkelerini anlamak; en üst düzeyden bilginin, en alt düzeyden gelen içtepilerle buluştuğu şu yavan post-modern dünyayı daha anlamlı kılmamıza yardımcı olabilir.

İyi ki, hastalanan hekimler var. Kaskatı tedavi yöntemlerini sorguladıkça, hemen hepsi ortak bir meydanda toplanıyor. İbrahim Peygamber’in onurlandırılması böyle bir şey işte! İçine doğulan, ortak bir kabul gören, kemikleşmiş, inanca dönmüş uygulamaları sorguluyor, bilimin önünü açıp hastalara umut kaynağı oluyorlar.

Yine de itiraf etmeliyim, benim, “ya doksanlı yaşlara kadar yaşarsam!” diye bir kaygım var.