Evrim Kuramı’na karşı çıkanlar, onun yalnızca bir kuram olduğunu, olgusallık taşımadığını ileri sürer. Evrim olgusunun yadsınamaz bir gerçeklik olmasını daha sonra ele almak üzere şimdilik burada bırakarak, kuramların alaycı bir dudak bükme ile geçiştirildiğine sıkça tanık olunduğuna işaret etmek gerek. Bu tutum, doğal bilincin zorunlu bir tutumudur: Doğal bilinç, yalnızca duyu algılarına çarpan verileri, bilgiye dönüştürerek var olur; “Bu bardak vardır, çünkü ona dokunuyor ve onu görüyorum,” oysa, kuramlar (teoriler) soyuttur, anlaşılabilmeleri daha gelişmiş bir bilinç gerektirir.
Bir kuramın, “yalnızca” bir kuram olması, sanıldığının aksine, “öyle de olmayabileceği” yönünde bir gösterge değildir. Bir kuramın, kuram niteliği kazanabilmesi, “alt tarafı bir düşünce” basitliği ile geçiştirilemeyecek bir çabanın ürünüdür. Örneğin, Kuantum Elektrodinamiği (KED) kuramı, elektronların birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduğunun merak edilmesinden hareketle, elektromanyetik alan içindeki her şeyin nasıl birlikte işlerlik kazandığını açıklayan birleştirici bir kuramdır. Bu kuramın, bugüne kadar yürütülmüş en kapsamlı ve hatasız bilimsel kuram olduğu belirtilir. Deney ve kuramın on milyarda bir ölçeğinde uyum gösterdiği bu çalışmanın başka bir örneği yoktur. Peki, bu ne demek oluyor? Bilim ile ilgisi olmayan vatandaş için bu ne demektir? Bu, Londra ile New York arası mesafenin, her denemede, bir saç teli ile belirtilebileceğimiz bir hassasiyet ile ölçülmüş olması demektir.
Eskiden, bir kuramın kanıtlanmadığı zaman, yasa olamayacağı düşünülürdü. Oysa, kuramlar, deneylerle ve gözlemlerle doğrulanmış olay ve olguların açıklamalarıdır: “Nasıl”ın. Yasalar ise “Ne” sorusunun yanıtlarıdır ve aralarında sıradüzensel (hiyerarşik) bir ilişki yoktur. Örneğin, Newton’un, “Kütle Çekim Kuramı”, bir kuramdır, kütle çekiminin henüz kanıtlanamadığına ilişkin bir gösterge değildir. Bunun yanısıra, örneğin kara deliklerin var olduğu kanıtlanmadan önce de, kara delikler üzerinde, -kara delikler oldukları öne sürülerek- çalışmalar yapıldığını anımsamak gerek.
Bu bağlamda, Evrim Kuramı’yla ilgili ortaya saçılan düşüncelerin, iddiaların, dile getirilişlerin çoğunda, hoyratlığın, emeksiz oluşun, bilgisizliğin göstergesi safsatalar vardır. Konuyla ilgili hiç okuma yapmamış bir ateist ile dinini kulaktan dolma ezberlerle sürdüren bir dindar arasında, anlamlı bir fark yoktur. Gerek, “Evrim varsa Tanrı yoktur,” gerekse de, “Tanrı varsa evrim yoktur,” biçiminde kestirme çözümlerle konuya yaklaşan, birbirine zıt görüşü savunan iki görüşün ortak noktaları, bilgisiz olmalarına karşın, hayrete şayan cesaretleridir.
İslâm inancında, Evrim Kuramı’yla ters düşen bir bilginin olmadığını, ama Hristiyanlık için aynı şeyin söylenilemeyeceğini anımsamakta yarar var. Evrim Kuramı, İncil’le zıt düşer. Kuramı nedeniyle Darwin, o dönemin muhafazakâr İngiltere’sinde çok zorlanmıştır. Yaradılış Kitabı’nda geçen olayların, olgular olarak ele alınması sonucunda, Başpsikopos Ussher ve Cambridge Üniversitesi’nden Dr. J. Lightfoot tarafından yapılan bir dizi hesap sonucu, dünyanın, İ.Ö. 23 Ekim 4004 yılında, bir pazar sabahı saat 09.00’da yaratıldığının beyan edildiği bir İngiltere’den bahsediyoruz!
Darwin gençliğinde, İncil’in kelimesi kelimesine doğru olduğundan kuşku duymaz. Hatta, Evrim Kuramı’nın dayanak aldığı gözlemlerini, yaptığı beş yıllık gemi seyahati sırasında, bazı ahlâkî değerler söz konusu olduğunda, İncil’den alıntılar yapması, gemideki subayların onunla alay etmesine yol açmıştır. Darwin, bulduğu sonuçlarla dinsel inancının birbirine zıt olmasından dolayı deneyimlediği duyguları şöyle ifade eder:
“İnançsızlık, bana çok yavaş yaklaştı; ancak, sonunda kesinleşti. O kadar yavaş geldi ki, hiç üzüntü duymadım. O günden bu yana da sonuçlarımın doğru olduğu konusunda bir saniye bile kuşku duymadım.”
Hayvanlarla akraba oldukları düşüncesi, bireyleri çok öfkelendirmiştir, hatta Darwin’in, “İnsan, maymunlardan gelir,” dediği sanılmıştır. Oysa Darwin, maymun ve insanın, tarih öncesi dönemlerde ortak bir kökenden gelip, ayrıldıklarını söylemişti.
Evrimde rol oynayan mekanizmalar/dinamikler, henüz tam olarak bilinmemektedir, ancak yine de, türlerin ortak kökenlerini açıklayan başka bir kuram yoktur. Lamarck’ın evrim kuramı, sanılanın aksine, köken için ortak ata görüşünde değildir. Türlerin kökeni açısından ortak soy görüşü, genetik, biyokimya, fosilbilim, matematik, türlerin dağılımı gibi konularda yapılan araştırmalar sonucu desteklenmiştir. Bunun kuşku götürmez bir gerçek olduğu iddia edilemese de ara türlerin eksiksiz bir fosil bilgisine ulaşılamasa da kuramı destekler nitelikteki bulgular göz ardı edilmemelidir.
Makro evrim işaretlerinin belirli bazı kaplumbağa ve balık türlerinde, martılarda bilimsel olarak gözlemlenmesine karşın, kesin sonuçlara ulaşabilmek, bir insanın yaşam süresi göz önünde bulundurulduğunda olanaksızdır. Ancak, mikro evrimin sorunsuzca gözlemlenebildiği deneyler yapılmıştır, yapılmaktadır. Bu tür deneyler sayesinde ulaşılan sonuçlar çok çarpıcıdır. Örneğin, Harvard Üniversitesi, Tıp Fakültesi’nden Michael Baym ve ekibinin yürüttüğü, bakterilerde antibiyotik direnci deneyiyle evrimin gözlemlenilebilirliğini ortaya koymasınının üzerinden bir yıl bile geçmedi. Bu çalışmayı, takım tutar gibi taraf tutarak anlayamayız, anlayabilmek için adaptasyon, varyasyon, evrim, genetik havuz, soyağacı vb. çok sayıda kavramın ne anlama geldiğini bilmeliyiz. Evrim Biyoloğu Richard Lenski’nin yürüttüğü deneyden haberdar olmadan evrim üzerine ahkâm kesilebilir mi? Lenski’nin, 24 Şubat 1988 yılında başlattığı ve hâlen devam etmekte olan deneyi, evrim konusunda yeni bilgilere ulaşmamızı sağlamıştır. Kullanılan bakteri Escherichia coli, yirmi dakikada bir soy atlayan bir bakteridir, 2014 yılının ortalarına gelindiğinde, bakteriler, altmış bin soy ilerlemiş ve gözlem kayıtları oluşturulmuş durumdaydı. Evet, evrim laboratuvar düzeyinde gözlemlenmiştir; bu gerçeği nasıl yadsıyacağız?
Evrimi savunan ateistler ve reddeden inanç sahipleri, kendilerine şu soruyu sorabilirler ve lütfen sorsunlar: Evrim nedir? Görülecektir ki, bu soruya eğer yanıt verilebiliyorsa bile, verilen yanıtlar tam anlamıyla tatmin edici değildir. Uzmanlık gerektiren her konuda, en azından temel okumaları yapmadan düşünce sahibi olmak kabul edilebilir bir tutum mudur? İki grubun da kendi zanlarına inandıklarını görmeleri gerekir. Ateistler, siz evrime inanmaya devam edin; inançlı olanlar, siz de inanmamaya; aynen reddettiğiniz ya da inandığınız Tanrı gibi, kavramlarınızın içi bomboş, Hegel’in deyimiyle fazlasıyla “yoksul.” En fazladan üç-beş sanıya, dogmatik zihinlerimizde takla attırmak ne zamandan beri düşünmek oluyor? Bana biraz daha tahammül etmenizi rica ederek, nâçizâne, size düşünmeye başlamak için bir yol önermek istiyorum: Ateistler, bir ay boyunca Evrim Kuramı’nın olmadığını kanıtlamak için sistematik bir çalışma yapsınlar, inançlılar da olduğunu göstermek için; sistematik bir çalışma olsun ama, keyfî okumalar değil. Diyalektiğin olmadığı yerde, düşünce ve akıl bulunmaz, sanılarla dolu bir zihin bulunur. Neden aklınızı işletmiyorsunuz? Sanırım, hepimiz bin dört yüz yıl önce sorulan bu sorunun muhatabıyız.
Biraz önce kullandığım “nâçizâne” sözcüğünü yapmacık olarak kullanmadım: Yazıyı yazarken, konuyla ilgili daha derin okumalar yapmam gerektiğini, unuttuğum, bilmediğim çok şey olduğunu fark ettim. Yazıyı kendime yazdım, çok çalışmam gerek. Beş yıllık Beagle serüveni sırasında yaptığı gözlemleri beş cilt kitap olarak yayımlayan, yalnızca mercan kayalıkları konulu bir makale üzerinde yirmi ay çalışan Darwin’le noktalayalım:
“Çalışmayı ve gözlem yapmayı bırakırsam ölürüm.”