Kandırmanın yerine dürüstlüğü, sahtelik ya da sessizliğin yerine hakikati, hayat ve güvenlik yerine ölümü tercih ederek bir konuşma yapmaya, Antik Yunan’da Parrhesia denirdi. Parrhesia özgür konuşmak, açık sözlü olmak demekti.
Siyaset sahnesinde örneğin demokrasilerde, parrhesia bir haktı; bu hakla donatılan yurttaş, mecliste ya da agorada yapacağı konuşma için, bir anlamda, dokunulmazlık kazanmış olurdu. Atina demokrasisinin temel özelliklerinden olan bu dürüst konuşma uygulaması, demokrasinin yürütülebilir olması açısından önemsenir; açık sözlü olmayanın, bir köle seviyesinde olduğu düşünülürdü. Sürgüne gönderilen yurttaşların ise, parrhesia hakkı elinden alınır, böylece onursuz bir köle konumuna indirilmiş olurlardı.
Monarşilerde ise, hükümdarın görevini kötüye kullanmasını önlemek için görevi parrhesia yapmak olan danışmanlar bulunurdu. İyi bir kralın, kral gibi davranması gerektiği herkesçe bilindiği için, kral, kendisini ve icraatlerini kıyasıya eleştiren danışmanının her söylediğini dinlerdi, kabul ederdi. Eğer, danışmanının eleştirilerini göz ardı eder, söylenenleri hazmetmekte zorluk yaşamaya başlayıp, eleştirenleri dürüstlüklerinden dolayı cezalandırırsa artık kral değil, bir tiran olduğunu göstermiş sayılırdı. Eleştirel konuşmanın bu biçimine monarşik parrhesia denirdi. Kralın parrhesia hakkı yoktu, çünkü bu güçsüze, güçlü karşısında tanınan bir ifade özgürlüğü, bir sözleşmeydi. Hatta kral parrhesia talep eder ve bunu şöyle dile getirirdi
“Eğer bana hakikati söylersen, o hakikat ne olursa olsun cezalandırılmayacaksın; adaletsizliklerden sorumlu olan kişiler cezalandırılacak, adaletsizliklerden bahseden kişi değil.”
Parrhesia’nın amacı hakikati ortaya koymaktan çok, eleştiri sunmaktır. Bu eleştiri kişinin kendisine, dostuna yönelik olabileceği gibi tanrılara da yöneltilebilirdi. Unutmadan söylemeli tanrıları eleştirmek bir dostu eleştirmekten her zaman daha güvenlidir. İsmini unuttuğum bir felsefe kitabında, kendisi ile dürüst olmayan bir dosta yapılması gerekenlerin anlatıldığı bir paragraf okumuştum. Dostla önce tatlılıkla konuşulmasının, değişme olmadığı takdirde sert bir tutumla uyarılmasının önerildiği bir dizi konuşma girişimi sonunda, bağlı bulunulan kilisenin papazının da bilgilendirilerek bu endişe verici olaya müdahil olmasının talep edilmesi öneriliyordu! Üzerimizden dökülen binbir etiketle renklendiğimiz, hakikatin konserve tadıyla idare ettiğimiz günümüzde, olur da kozalak yangınının ne olduğunu merak ederseniz, bir dostunuza kendisi ile dürüst olmadığı bir konuda bir imâda bulunun. Eleştirin demedim ama, yoksa fidanlarını ellerinizle diktiğiniz cânım orman yanar, söylemedi demeyin.
Çok yalın bir konuşma türü olan parrhesia Platoncu gelenekte, gösterişli bir konuşma tarzı olan retorik ile karşıtlık arz eder. Platon, retorik ile hakikatin kaybedildiğine inanır, temel bir ilkeden kaynak almayan, ruhun doğasını gösteremeyen bu süslü konuşmaların sahiplerini küçümserdi. Kendini beğenmiş ve uzlaşmaz bir idealist ve olarak bilinen Platon’a göre retorikçi bir sofisttir ve sofist deneyimlemediği erdemler üzerine konuşabilir, hatta boş konuşabilir ama parrhesia’cı ise özgürce konuşabilir; cesurdur; olası bir bedeli canı ile ödemeye hazırdır. Bu aşamaya gelince, yani felsefi parrhesia denince logos ve bios uyumunun arandığı bir akort söz konusudur. Foucault’ya göre, tanınmış en ünlü parrhesia’cı olan Sokrates’in yaşamı ile söylemi arasındaki uyum, kişiyi cesarete sevk eden Dorik armonidir; ontolojik bir uyumdur. Konuşmalarında, hakikatle kurduğu ilişkinin, dürüstlüğün bedelini canı ile ödeyen Sokrates, parrhesia hakkını kendisine karşı kullanmaktan çekinmemiştir:
“Ben kendimi henüz Delphoi yazıtına yaraşır biçimde bilebilmiş değilim; bunu bilmiyorken başka şeyleri sorgulamak bana gülünç geliyor.”
Felsefi parrhesia, Delfi’deki Apollon Tapınağı’nın girişinde yazılı Gnothi seauton (Kendini bil/tanı) önermesi formunda, Pitagorasçı eğitimden, hatta Hermetik gelenekten binlerce yıl sonra günümüzde de, kendilik etiği ve kendilik estetiği biçiminde, zihin felsefecilerince olmasa da özbilinç felsefesi ile uğraşanlar tarafından hâlen önemle ele alınmaktadır. Parrhesia bir edimdir, felsefi bir uygulama olarak epimeleia heautou, diğer bir deyişle kendilik kaygısı taşıyan insanın, ilk olarak kendisi üzerinde uyguladığı bir edimdir. Bu edim, bir zamanlar, iyi bir insanın olmazsa olmaz üç temel özelliğinden birisi olarak kabul edilirdi. Diğer ikisi ise bilgi ve iyi niyet.
Düşünsenize kuzum, öyle bir edim ki, kendilik bilgisi sayesinde -ve ona rağmen-, kendisi ile dürüst bir konuşma yapacak ve bunu yaparken, yarın olmak istediği şeyin aslında bugün hayranlık duyduğu, özendiği şey olduğunu hiç unutmadığı bir niyetle, yalnızca iyiye yaraşan bir istikrarla kendini inşaa edecek. Yapılması en zor iş, o nedenle Tanrısal. Deneyenin, hakikate susuzluğu ölçüsünde tecelli edecek olan bir Tanrı. Umutsuzluğa kapılmayalım, ölçü kaderdir; kaderidir insanın Tanrısal olmak.
* Bu yazı için M.Foucault’nun “Doğruyu Söylemek” isimli eserinden yararlanılmıştır.