Aristoteles, Metafizik[1]’inde, hayrete düşen ve şaşıran birinin, bilgisiz olduğunu kabul ettiği için hayrete düşebildiğinden söz eder. Bu nedenle, mitleri sevenin (philomythos) bir bakıma filozof (philosophos) olduğunu söyler. Ona göre mitler, hayret verici şeylerden oluşmuştur. Bu dev akıl, felsefeci değil filozof diyordu; hani, hikmet (bilgelik) sever anlamında; bilgi seven değil. Gelin, biz bir çeviri cinayetine son verelim; bırakalım, felsefeci bilgi sevsin, filozof ise bilgeliği/hikmeti.

Antik Yunan’da “Ethos-Pathos-Logos”, “Mythos-Epos-Logos” gibi üçlemeler, içsel bağları göz ardı edilmeksizin birlikte ele alınırdı. İslâm Tasavvufu’nda da, kavramlar birbirleri ile olan dirimli ilişkileri koparılmadan ele alınır. Nedeni bellidir: İnsan, bütünsel bir varlıktır.

Logos’tan söz edebilmek için ciddi bir içsel süreç gerekiyordu. Örneğin pathos, o ki tutkudur; ileride Hegel tarafından eksiksiz kavranacak, tutku nedeniyle aklın (usun) dünya tarihine girdiğini, dünya sahnesinin tutkulu kişiler tarafından değiştirildiğini ileri sürecekti. Aynı düşünürün, Güzel Sanatlar Üzerine Dersler[2] adlı çalışmasında, pathos sözcüğüne verdiği anlamı okumanızı öneririm.

Komptcu (August Comte) pozitivizm sonrası mitsiz din, dinsiz felsefe derken, elimizde bilimle kaldık. Oysa bilim, var olanı kavrama çabasında zihinsel bir alandır. Bilim, Nasıl sorusunu yanıtlayabilir, ama Niçin sorusunun yanıtını veremez. “Nasıl” bilgiye, “Niçin” ise amaç yönelimli olduğundan, bizi değere götürür.

İnsan, fiziksel dünyada var olurken, aynı anda her birey kendi anlam-değer dünyasında da var olmaya devam eder. Değerlerin (ethos), kuşaktan kuşağa, dirimli aktarılma yollarından biri masal, mesel benzeri sözel aktarımdır. Mitler, simgelerle, alegorilerle örülmüştür. Logos ise saf bilinçtir. Biri, ötekine üstün değildir. Mitlerde çokanlamlılık, simge altında birliğe gelmiştir. Mitlerin boş inanç olduğunu, kendilerini sorgulamaya izin vermediğini düşünmek, oksimoron bir tutumdur. Her toplumun tininin (geist) oluşumunda mitlerin bilinçaltı mayalanması yadsınamaz; bu algıya, toplumun irfanına dahil olmayan kişi, o topluma yabancıdır. “Mitler, ortak rüyalardır, rüyalar ise kişisel mitler,” diyen Campbell’i unutmamalı. Mit, din, sanat gibi ayrı görünen alanların arasındaki özsel geçişlerinin tadına (farkına) varamayan bilinç, henüz felsefe (philosophos) yapmaya hazır değildir. Pozitivist bakış açısınınsa başka çaresi yoktur; anlamak için, elektronik bir âleti söküp tekrar birleştirme işinde başarısız olduğunda, artan parçaları çöpe atan bir çocuğun anlayışı bu olabilir ancak.

Pozitivizm, haddini bilmekte zorlanan anlayışlar yeşertti. Felsefeyle ilgilenmeyen, kitap okumayan yine de her konuda düşüncesi olan kuşaklar yarattı. Ender yetişen entelektüellerimizden Uğur Mumcu, ne güzel özetlemiş şu, “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma,” olayını. İçinde yaşadığı toplumla bağları kopmuş (anlamaya çalışmak bağ kurmaktır), kötümser, mızmız anlayışa, kapitalizm ile pompalanan Süpermen, Örümcek Adam mitleri yetersiz kalmış gibi görünüyor; zihinsel tasarımlarla olmuyor. Ülkemizde, dinin geldiği konum da bundan farklı değildir; farklı olanı reddet, anlamadığını dışla, hakikati yalnızca kendi kupkuru “ben”inde tanı.

Toplum dinamikleri, ilacını üretmekten âciz olmadığından, giderek yaygınlaşan bir masal anlatıcılığı geleneği var. Örneğin ülkemizde de etkinlik gösteren Seiba Uluslararası Masal Anlatıcılığı Merkezi bunlardan biri. Yaklaşık yarım yüzyıl önce, Amerika’da, kütüphanecilerin masal ve mitleri yeniden canlandırma hareketi olarak başlamış, oradan Avrupa’ya yayılmış. Ne güzel insanlar var!

Mit, logos’un karşısında değil içindedir; kapsanarak aşılmıştır. Her bilinç, bunu kendi için yapabilme yeteneğindedir. Ussallık bize rüyamızda verilmiyor. Mythos’tan kendini türetememiş bilinç, henüz kendi üzerine dönmemiştir; özbilinç değildir. Logos’un zıddı ise mysterion’dur. Bulaşanın her daim dengesiz olduğuna “inanılan” karanlık mistik alan; dengesizliğine bahane arayan bir kalabalığı kapısında bekletse de küçük bir topluluğun içeride olduğu bir bölge. Kökü myein’dir, yani kapatmak, susmak. Ünlü üç maymun ile simgelenen sırri bölge… Saklanan sır anlamında değil, söylenilemeyen, dile gelemeyen, dile getirildiğinde anlamını gösteremeyen… Yoksa neden saklansın, paylaşılmasın! Derin deneyimler anlatılamaz, deneyimleyen bir başkası tarafından anlaşılabilir. Aşk gibi örneğin; hiç âşık olmamış biri, âşık olma durumunu tümüyle kavrayamaz; hatta aşk anlatıldığında belirtilerini hastalığa benzetir; midede kramplar, kalpte derin bir sızı, onu görünce bayılacak gibi olmalar.

Hep birlikte önce masal dinlesek, sonra dans etsek ve şiir okusak. Ne dersiniz? Ancak sonra, satmak için değil de yapmak için felsefe öğrenmeye gelse sıra?

Metin Bobaroğlu’nun, Simgesel Düşünme[3] adlı kitabı bu konuda oldukça aydınlatıcı.


[1] Metafizik, Aristoteles, Ege Üniversitesi Basımevi, (1985)

[2] Güzel Sanatlar Üzerine Dersler, Hegel, Payel Yay., (1994)

[3] Simgesel Düşünme, Metin Bobaroğlu, Anadolu Aydınlanma Vakfı, (2013)