Astronomi, en eski bilimlerdendir, psikoloji ise en genç bilimlerden. Kendinden en uzakta olanı merak eden insanın, kendi ruhsallığına sıra çok sonra gelmiştir. Bir akıl, ruh ve beden varlığı olarak insan, “dışarıda” olanı bilmek, bu bilgi üzerinden yaşamını düzenlemek ister. Kimliğin yapılandırılması, refahın elde edilmesi yolunda harcanan çabaya karşın; kişinin, huzurlu, kendinden râzı bir yaşam sürdürdüğünü söylemek kolay değildir. Sıkça, derin bir boşluk, anlamsızlık düşünce ve duygusu eşlik eder yaşantıya.

İnsan, dikotomik bir varlıktır; ikilik algısının pençesinde perişan olunsa da zıtların birliğidir yaşam. Yaşamla barışmak, zıtlıkların giderilmesi değil onların kabul edilmesi anlamına gelir. Sözel olarak kolaylıkla iddia edilse de bir söylem ve eylem birliği içinde yaşamı sürdürmek de pek kolay değildir. Eylem ve söylemin bir olması, kişinin kendinden râzı olduğu bir alan açar yaşamda.

Henüz genç olan, kendini tanımak ve geliştirmek ile meşgul olan psikoloji bilimi; belirtilerin giderilmesine, çocukluk travmaları sonucunda gerçeklikten kaçan kişinin kendiyle yüzleşmesine yardımcı olur. Ancak, içinde yaşadığımız çevreyle uyumsuzluk “neden”lerinin sorgulanması, insanın varoluşsal kaygısını gidermeye yeterli değildir, zira anlam, niçin sorusunun yanıtlanması ile olanaklıdır. Bu durumda, anlam arayışı, eş deyişle kendini bilme çabası, Mutlak Varlık’la teması getirir. İnsan, varoluşuna bir anlam verme yeteneğindeki tek canlıdır ne de olsa.

Bu sorgulamayı bilim olarak yapmanın, kısaca “neden” sorusunun yanıtını aramanın, varoluşun yalıtılmış bir alanı ile ilgili bilgi edinmek olduğunu, bu nedenle yetersiz kaldığını daha önce irdelemiştik.

Oldukça şanslı bir dönemde yaşıyoruz, yöntem sorgulamalarının hararetle yapıldığı fizik bilimi, son yüzyılda “niçin” sorusuna yetkin yanıtlar verebilme aşamasına gelmiştir, heyecan verici buluşlar yapılmaktadır. Örneğin, evrenin bilinçli olduğu ve insanın da bilinçli bir varlık olarak ona iye olduğu, ayrıca, evrenin hologram temelli olma olasılığının dillendirildiği saygın bilimsel çalışmalar giderek artmaktadır.

Bu, felsefede Mutlak Varlık, dinde Tanrı olarak adlandırılan Varlığın Birliği’nin, deneysel bir bilim dalı aracılığı ile işaret edilen bir yönüdür.

Varlığı bilme çabasında, iki tür kavrayışı temel alan yaklaşımdan söz edebiliriz: iyimser (intellectual optimism) ile kötümser (intellectual pessimism). İlkine göre, bilmek isteyen/özne ile bilinecek olan/nesne, benzer yapıdadır; bu nedenle, Varlık, insanın bilme isteğine izin veren yapıda olduğundan, akledilerek kavranılabilir: Öz ve Varlık, ayrı değildir. Kendini dolayımsız olarak açık kılmayan varlık, açıklanabilmesi için anlaşılması gereken bir yapıdadır. İşte, doğal olarak insanda bulunan bu bilme isteğini, bir tür akılsal dolaşıklık (perplexity) olarak yorumlar Aristoteles. Kökü, perplexitas olan bu sözcük, aklın, varlık karşısındaki hayretini ve şaşkınlığını ifade eder. Kötümser yaklaşım ise özü itibarı ile varlığın, insan tarafından bilinemeyeceğini, anlaşılmasının olanaksızlığını ileri sürer: Akıl, varlığı kavramada yetersizdir.

Yüzeysel bir benzetme şöyle olabilir: Enerji, istisnasız her şeyin temelinde var olan güçtür: Düşünme enerjisinden, atom enerjisine, kinetik enerjiden, potansiyel enerjiye. Örneğin; evlerimizde kullandığımız elektrik enerjisini gören yoktur. Onu, ısı-ışık olarak görmek kendini görmek değil işlevinde görmek ve tanımaktır. Enerji, yaşamımızdadır değil yaşamımızdır demek daha yerinde olur. Hücrelerimiz, düşüncelerimiz, koltuğumuz, kısaca her şey kendini göremeyeceğimiz, enerjinin belirli bir biçimidir. Enerjinin hangi biçimi olduğunu henüz adlandırmadığımız varlığa, “şey” denilir. Bir salyangozla, bir insanın, bir ağacın, bir madenin, bir taşın, atomaltı düzeyde aynı görünmesinin temel nedeni budur: Enerji denilen varlığın birliği.

Bir ateist ile inancını hiç sorgulamamış bir dindar, tanımı itibarı ile Varlık sorunu üzerinde henüz düşünmemiş olan benzer zihin seviyelerine işaret eder denildiğinde, anlatılmak istenilen hakikat budur. Dinci bilinç, ne anladığı, ne de bildiği bir Tanrı yaratmış; ateist bilinç ise dinci bilincin, olmayan Tanrı’sını reddederek topa dahil olmuştur. Bilim, ateist bilinç için “her şeyi” açıklamaya yetkin bir uğraş alanıdır; böylece top, ya “her şeyi” açıklarsa korkusu olarak dinci bilincin sahasında geri atılmıştır.

Anlam verme sorunumuzun; yaşamımızın, atomüstü düzeyde tezâhür, atomaltı seviyede tecellî eden Varlık Birliğinin; esprili bir biçimde söylenilecek olursa “kullanma kılavuzuna” uygun olmayan kullanımlarından sâdır olma olasılığı yüksektir. İkili ilişkilerde, örneğin; alttan almayı bilmemek, soğutma enerjisinin kullanılması gerektiği yerde, muhatabımızın yüzüne sıcak ütü bastırmak; istenilmediği halde birine kusurlarını söylemek ise cilâlama silindiri ile yüzeyin parlatılacağı bir zemine matkapla girmeye benzer.

Bedenimiz, üreme kapasitesine erişerek rüştünü ispat eder. Ruhta yetişkin olmak ise ilişkilerdeki sorumluluğun alınması ile başlar. Enerji vardır, “o’rada var-durur” ancak onu nasıl kullanacağımıza biz karar veririz. Doğru yerde, doğru zamanda ve uygun biçimde kullanılıp kullanılmadığı (hak), ilişkilerimiz üzerinden geri dönüşlere yansıyan ve böylece terbiye edildiğimiz bir mecrâdır yaşam. Yansımaları, duygulardır. Duygularımız üzerinden sınırlanmışlığımızla yaşama ve ötekilere hükmetmeye çalışırız. Oysa, anlam, dışarıdan değil içeriden gelir. Hakiki uygulamalarında, din ve felsefe, bu tutumdan uzaktır.

Kavramlarımız, öksüz. Örneğin, Metafizik, gerçek olmayan konular anlamına geliyor çoğumuz için. Gerçek, nesnel, somut sözcükleri, yalnızca duyu algısı ile algılanabilir anlamında kullanılıyor. Gerçek olan, dokunabildiğim, görebildiğim, işitebildiğim, koklayabildiğim ile sınırlı. Oysa, duyusal algılarımıza konu edebildiklerimiz, felsefede bir paragraftır. Geçici olandır. İdea, İlke, Hak, Varlık, Birlik, düşüncemiz ve ona konu edilenler, gerçeklik taşımıyor çoğumuz için. Soyutlama yapmadan, olumsuzlamanın devindirici gücü olmadan, felsefe ve din, içi boş alanlardır. Felsefe ile iddia edileni, fiillerimizle ispata davet etmek, dine davettir. Dinsiz felsefe, kibirli; felsefesiz din, tehlikelidir.

Antik Yunan’da, katarsis olmadan felsefe yapılamayacağı söylenilirdi. Felsefe yapmak başka, felsefe öğrenmek daha başka. Oysa, bir de bilge ile sohbetin, felsefe olduğu gerçeği var üzerinde düşünülmesi gereken, bilge ile Sokrates ile… Platon okurları, Sokrates’in, öğretirken, nasıl da zarif, dürüst, akıcı, alçakgönüllü ve kapsayıcı olduğunu bilir.

Ezberlerle yetinen bir toplumuz, en büyük günahımız budur benim gözümde. Yaşadığımız gibi inanıyoruz. İyileşen, dönüşen, yükselen, letâfet kazanan her şeyde ortak özellik olarak kapsayıcılığı görüyorum. Ezbercilik ile aynı köşeyi paylaşan yan tutma huyumuzdan vazgeçtiğimizde, yaşam, anlam kazanmaya adım atıyor.


Yararlandığım Kaynaklar:
Erkızan, H. Aristoteles Yazıları: Varlık, Bilgi ve Yaşam Üzerine Yaşamak, Birlikte Yaşamak ve İyi Yaşamak
Bobaroğlu, M. Bilim ve Mistisizm Seminerleri