Kullanıcının paylaştığı içeriğin özgün üretim olup olmaması açısından, Instagram’ı, köye; Facebook’u, kasabaya; Twitter’ı, kente benzetebiliriz. Böyle bir benzetme için bu yerleşim birimlerinin özsel özelliklerinin göz önünde bulundurulması zorunludur. Örneğin, bir köyü, gerçek bir köy yapan özelliğin, üretilenin tüketildiği, temel/yaşamsal gereksinimler dışında başka bir gereksinimin düşünülmediği bir ortam olması gibi.
Instagram, kullanıcının, ağırlıklı olarak kendi çektiği fotoğrafları paylaştığı bir ortamdır; üretici ile görsel ürün birbirinden kopmamıştır. Muhteşem bir doğa fotoğrafı, bebeğinizin ilk adımları, yolda denk geldiğiniz bir gelincik, bulutlar, bir kadeh şarap, duvardaki bir çatlak, bir topun eskimiş yüzeyi gibi, giderek anlamı ve niteliği düşük hemen her türlü fotoğraf paylaşıma sunulur ve bunda bir sakınca yoktur, azimle beğenilir.
Orası, biçimi bozuk da olsa ev yapımı kurabiyeleri, hafif ekşi tadı ile halis tereyağı, biraz sarımsak koksa da Hacer Abla’nın ineğinden sağılmış taze sütü, kurtlu ama organik armudu ile herkesin kendi emeğinin ürününü ortaya koyduğu, sunduğu bir paylaşım alanıdır. Instagram’da, İnternet ortamında denk gelinerek toplanmış fotoğrafların kopyala-yapıştır yöntemiyle paylaşımı uygun değildir. Bu tür paylaşımlar, belki de şeker ve çay dışında her şeyin bünyesinde üretildiği bir köyün meydanında konserve sarma, kutu süt, üzeri damgalı fabrika yumurtası satmaya çalışmak gibi yavan bir etki yaratır.
Tek bir beceri odaklı emek ve sunum vardır. Paylaşılan fotoğrafların altına fazla yazı yazılmaz, sadelik temeldir. Instagram’da, özlü sözler de paylaşılmaz; çünkü köylü, özlü söze gereksinim duymaz, onun yaşamı temel bir yaşamdır: Allah ne verdiyse üretir, yer-içer, paylaşır ya da değiş-tokuş yapar. Tarlasında, güneşin altında bütün gün ekinlerini biçmiş bir köylüye, “Sonlu her şey gibi, bugün de…” tarzında aforizmalar üretilmez; basar tokadı ya da küfrü. Her şeye karşın, Instagram, emek yoğun, sıcak bir ortamdır; takipleşilir, karşılıklı kalpleşilir, destek olunur, birbirinden haberdar olunur.
Duygum: köy çeşmesi.
Tercihim: gittiği yerden, yaşadığı olaydan, anlık paylaşım yapanlar.
Facebook ise, tam bir kasabadır: bir ara biçim olarak, köyün doğallığı ile kentin mesafeliliği arasında kurnaz bir ortam. Arkadaş listenizdeki herkes, bir tanıdık ya da akrabadır. Çeyrek yüz yıldır görmediğiniz okul arkadaşınız; yirmi yıl önce aynı iş yerinde çalıştığınız ve sonra iletişiminizin kalmadığı iş arkadaşınız; sizi utandırma potansiyeli olan, uzak bir akraba; anne ve babanızın dostları; mahallenin meraklı vatandaşları oradadır; çaresiz, günlük yaşam paylaşılacaktır.
Facebook’ta emek pek önemli değildir, aynen kasabada olduğu gibi. Başarıyı belirleyen temel unsur, aldığınız “like” sayısıdır. Bu hesapla, kalabalık arkadaş listeleri her zaman göz doldurur. Sayıca kabarık arkadaş listelerinin, dikiz aynasından, bir CD ve minik bir Kur’ân’ın yanyana boşluğa sallandığı, tamponunda “Ranpaların ustasıyım, göslerinin hastasıyım” “Bakma öle güzelim atlada gezelim” yazan, kasaba turuna çıkılan Şahin marka araç gibi bir etkisi vardır.
İmlâ hatası yaparsanız, Twitter’da gözünüzün yaşına bakılmaz ama Facebook ortamında “sineye çekme” eğilimi vardır; şunun şurasında yaşam ağırdır, biraz da eğlenmenin ne sakıncası vardır! Hatta, fazla ciddi bir kullanıcı pek başarılı olamaz. Yaşamı ciddiye alan, derin sorgulamalar yapan, ufkunu genişletmek, eğitimine yatırım yapmak isteyen her kasabalının kente göç etmek zorunda olduğu gibi, zoru seven herkes bir gün Twitter’a terfi olacaktır!
Facebook denilen oturma odasında, “kitsch” süsler, pazardan alınma fason üretim danteller, plastik resim çerçevelerinde sergilenen tuhaf resimler vardır. Oldukça mütedeyyin bir evin salon duvarında, ucuza ve kolaylıkla bulunduğundan dolayı alınmış, plastik bir Andy Warhol, Marilyn diptiğine denk gelebilirsiniz. Ortak tema, emeksizliğin sorun olmamasıdır; sürekli birbirinden paylaşımlar yapılır; uzun metinlerin okuyanı çok azdır, okuyabilen kullanıcılar, hemen belli olurlar. Günlerini başkalarının sayfalarında geçirdiği halde, asla iz bırakmayan kurnazlar ve daha da garibi, yakın tanıdıklarının hesabından Facebook’a girip, kendi yaşamını zinhar ortaya koymadığı halde, başkalarının gündelik akışını sürekli takip edenler bile vardır. Mahallede, açıklıkla, yürekli bir tutumla yaşamaya çalışanları, perdenin arkasından izleyen, gözetleyen gözlerin hep olduğu gibi.
Gençlerin, hızla Facebook ortamını terk etmelerindeki en büyük etken, kanaatimce budur. Üstelik bu terk, toplu bir terk olmuştur, yalnızca ülkemizde görülen bir genç kullanıcı eğilimi değildir. Hesapları hâlen bakidir ama ilk dönem paylaşımlarındaki içtenlik ve sıklık terk edilmiştir. Burada, başlı başına bir çalışma konusu olmayı hak eden, genç kullanıcıların sosyal medyadaki tutumları gibi karmaşık bir konu vardır: kuşaklararası paradigma belki de daha önce böylesi keskin bir biçimde hiç değişmemiştir.
Gezi olayları sırasında, gençler, “Kırk yaş üzerinde olan, akıllı telefon kullanmayı bilmeyenlerin paylaşım yapmaması” ricasında bulunmuşlardı. Sanırım bu olay, Facebook’un temel sorununu gözler önüne seren, sosyal medya araştırmalarında pekâlâ bir veri olarak kaydedilebilecek bir olaydır. Bu temel sorun, Facebook kullanıcısının “bilgi kirliliği” yaratan bir özne olduğunun farkında olmamasıdır. Zira, bu kullanıcı, ne köylü gibi girdi masrafını cebinden karşılıyordur -ki ürüne bir yansıması olsun-, ne de özgün üretim aşamasına geçmiş kentlinin yaşadığı zaman kısıtlaması gibi bir sorunu vardır.
Bol gösterişli, utanmasız, acımasız, emeksiz, kolaycı paylaşımların yapıldığı ve kişilerin birbirini idare ettiği bir ortamdır. Ortaya koyduğunuz ürünün niteliğinin, varoluşunuzu tehdit etmediği güvenli bir ortam olan Facebook, bu tür kullanım kolaylıkları nedeni ile kullanıcı sayısı en yüksek sosyal medyadır. Layk edeni layk ederiz; özgün üretim, gönlümüzden birkaç satır, düşüncemizden bir sunum önemsenmez; duyusal algıya yönelik paylaşımlar daha çok beğenilir; düşünsel paylaşımların alıcısı azdır. Bilgi kirliliği yaratıyor olma kaygısı yaşanmaz; ortam, hoyratça kullanılır tıpkı yalnızca tüketerek var olan bir kasaba gibi. Bu türden sorunlar kentlilerin sorunudur.
Sözsüz hukuğu vardır yine de. Örneğin, tanımadığınız birinin arkadaşlık isteği göndermesi hoş karşılanmaz. Ortak tanıdık hatırına teklif kabul edilir; sonradan olma zengin kasabalının, arabasına, istemeyerek de olsa, mahalle arkadaşının hatırı için, onu ziyaret eden ezik köylü akrabasının da binmesini kabul ettiği gibi. Bir paylaşımı, kendi sayfamızdakilerle paylaşmak istiyorsak önce “like” eder sonra paylaşırız. Israrcı bir tutumla ötekiler etiketlenmez vb.
Duygum: Zaman kısıtı olmaksızın yapıldığını belli kılacak bollukta mercimek köftesi, poğaça, kurabiye, kısır, sigara böreği gibi son derece muhafazakâr, öğrenildiği gibi aktarılan yiyeceklerin paylaşıldığı bol plastik aksamlı bir oturma odası.
Tercihim: özgün, cesur paylaşım yapanlar; hoşlanmadığı bir kişi sıradışı bir paylaşım yaptığında hesapsızca, söz konusu paylaşımı layk edebilenler; ayıp olur kaygısı ile etkileşimde bulunmayanlar.
Twitter, tam bir kenttir. Burada en önemli özellik, takipçilerinizin genellikle tanımadığınız kişiler olmasıdır. Artık, ahbap çavuş ilişkisi arkada, köy ve kasabada bırakılmış; düşünceleriniz, emeğiniz, zekânız ölçüsünde takipçi sayınızın artacağı; yalnız olduğunuz bir ortamda yaşama geçmişsinizdir. Kentte olduğu gibi, ya uyum sağlayacak, ya da “ölmeden önce yaşam var mıdır?” sorgulaması yaptıracak biçimde yaşayacaksınızdır: Soluk almaya devam eden hesap orada âtıl duracak, kent merkezini ziyaret bir türlü gerçekleşmeyecektir. Kentte, gerek köy, gerekse de kasaba esintileri vardır.
Oyunun kuralları serttir. Yüz kırk karakterle kendinizi ifade edebilecek, yok eğer sözü uzatacaksanız sıkıcı olmayan flood/bilgiseli oluşturacak beceri ve zekâda olacak; evcil bir hayvanla ilgilenirmişçesine hesabınızın günlük bakımını yapacak; safları terk etmeyeceksiniz. Bakıma gösterilen özen ile takipçi sayısı arasında doğru orantı vardır; takipçi sayısı çok önemlidir. Dünyaca ünlü politikacılar, şarkıcılar, film yıldızları gibi kimi meslek sahiplerinin takipçi sayıları ile kolaylıkla, yüksek nüfuslu bir ülke oluşturulabilir. Sosyal medya kullanımı yaygınlaşmadan önce ünlü olanlar bu konuda avantajlıdır. Yine de, bu tür hesapların Twitter’ın ruhunu tam anlamıyla yansıttığı söylenilemez.
Twitter’ın en zor yanı, seviyesiz kullanıcılarla ilişki içinde olmak zorunluluğudur. Trol hesaplardan söz etmeye gerek yok. Bunlardan başka, Twitter’da kendilerini inşâ etmek yerine, popüler olana saldırarak gündeme gelmeye bağımlı olan kullanıcılar vardır. Yazdığınız yazıyı, attığınız tweet’i hiç anlamamış olsalar da mutlaka, saldırgan bir tavırla, beyan edilecek bir fikirleri vardır ve edeceklerdir.
Sizi takma ad ile takip eden bir kişiyi tanıma olanağınız yoktur. Bu hesap, aynı gökdelende yaşadığınız bir komşunuz olabilir, açıkçası bunun pek de bir önemi yoktur çünkü apartmanda da pek bir temasınız yoktur; çünkü, burası kenttir. Yine de, kimliğini Twitter’da gizleyen bir takipçiniz, çok yakın bir tanıdığınız olabilir; size ciddi bir sıkıntı yaratabilir. Engelleseniz de adınızın aranması ile kolaylıkla ulaşılabilecek yorumlar yapabilir. Köyün delisi, köyün canıdır. Herkes onu sever, kollar. Kentte ise delilerin ve deliliğin kontrol altında tutulması olanaksızdır. Karşınıza, çarşıda, metroda, sinemada kısacası her yerde çıkabilirler.
Twitter’da iş bölümünün, aynen kentlerdeki gibi yapıldığı görülür. Hemen her hesabın bir rengi vardır. Politik ve ekonomik çözümlemelerin yapıldığı hesaplar, bakımı en zor hesaplardandır. Twitter hâlihazırda kısıtlı paylaşım olanağı tanıyan, sabah paylaşılan haberin öğlen vakti bayatladığı baş döndürücü bir hızla alış-verişin olduğu bir ortamdır. Böyle bir ortamda günlük, aylık ya da daha uzun vadeli analizler yapmak, hem bilgi, hem cesaret, hem de zekâ gerektirir.
Twitter’da bir anlam verilemeyen tutumların başında kimseyi takip etmeyen ve yüksek takipçi sayılı kullanıcılar gelir. Bu kullanıcı tipi, niçin öteki kullanıcıları rahatsız eder, niçin dikkat çeker? Çünkü, bu, kentte astronot kıyafeti ile dolaşmaya benzer: Ben buraya ait değilim, sizin soluduğunuz havayı solumuyorum, başka biçimde yaşamanın da olanaklı olduğunu görmeniz için buradayım ve kısa sürede ayrılacağım. Twitter’ın ortaklaşa yaratıldığını, emek harcamanın tweet lütfetmek demek olmadığını, bu ortamda hesap açan herkesin dikey değil de yatay iletişim biçimini onaylamış sayıldığını, tam da çağın ruhuna uygun olarak herkesin ulaşılabilir olduğunu anımsatmak istesek de bir türlü ulaşamayız bu tip kullanıcıya. Eğer kişi, timeline olarak yalnızca kendi paylaşımlarını görmek istiyor, samimi bir tutumla başkalarının hesaplarına bakma gereksinimi duymuyor ve başkasının kendi ile ilgili ne söylediğinin peşinden koşmuyorsa neden olmasın? Kanımca, adları çıkmasın âdet yerini bulsun diye, yalnızca bir avuç kişiyi takip eden, yüksek takipçili hesaplardan daha dürüst bir tutum içinde oldukları bile söylenilebilir. Popüler olmayan öteki hesaplar arasında, yalnızca RT yapan ve bitimsiz bir biçimde aforizma “kasan” hesaplar sayılabilir.
Lâf aramızda, ben yine de takipçi sayısı düşük olsa da paylaşımları oldukça nitelikli, karşılıklı tweetleşmelerde bilgilendiğiniz, zekâ pırıltısı yüksek hesapları, onlarla iletişimde olmayı çok seviyorum. Bu hesaplarla temas, kentin az bilinen, otantik bir köşesinde lezzetli bir yemek yemek gibidir.
Duygum: İnternet ortamında İstanbul deneyimi.
Tercihim: Karşılıklı iletişime açık, kendi konusunda ve/veya diğer alanlarda bilgili, hata yapmaktan korkmayan samimi hesaplar.
Ben mi? Instagram’da henüz paylaşım yapmamış bir röntgenci, Facebook’ta feci sıkılmış bir maceracı, Twitter’da ise azimli ve ilkeli bir savaşçıyım.