20. yy başlarında Reklamcılık, palavracılıkla eş değerdi. Ortalarına doğru, “itibarlı ürün, reklama ihtiyaç duymaz” denildi, sonlara doğruysa reklamsız ürün itibarsız oldu. Şu anda hayatta olan bir kesimin tanıklık ettiği, denge bozucu bir dönüşüm yaşandı son yüz yılda. Eski meslekler, uygulama alanlarında dönüşüm yaşadı, sarsıldı; yeni meslekler takip edilmesi güç bir hızda baş veriyor.
Pandemi ile dahili ve harici sorunları ortalığa saçılan hekimlik mesleği de dönüşümden nasibini aldı. İnsanın metalaştığı bir ırmakta, ırmak kenarında oturarak hekimliğin saygınlığını sürdürmek olanaklı değildi. Yalıda inşa edeceği evleri düşünerek, satın alacağı cicileri bicileri ön planda tutarak, önünden akıp giden hastayla muhatap olan hekim, hekim sayılabilir mi artık?
Doktor-hasta temasında, anlık müdahale ve kısa vadeli sonuç hedeflenir. Oysa, öğretmenlik, uzun vadeli sonuçları bakımından; öğretmenin, öğrencinin ve toplumun soyut düşünme becerisini ön gerektiren bir meslektir. Ne yazık ki, ilk ödün verilen mesleklerden biri oldu öğretmenlik. Ondan önce hukuk alanında yozlaşma yaşanıldı tabii. Onun toplumsal etkisini anlamak, epey bir üst düzey kavrayış gerektirir. Örneğin kimi sol tandanslının, ulus devletlerin sırtını dayadığı temeli kavrayamama nedenlerinden biri budur. Eski sağlam solcularda bu kavrayış tamdı.
Teknolojik tsunami ve 20. yy başında psikoloji alanında yaşanan müthiş gelişmeler, insanı çaresiz bıraktı. Piyangodan milyarlar kazananların, dine sarılanların ya da dinini terk edenlerin, ani bir şöhret kazananların kısa dönemde yaşadığı tepetaklak oluşun toplumdaki tezahürü bu. Pedagojinin, psikolojinin derinleştiği bilgi alanı, kendine el sürenlerden sorumluluğunu yerine getirmesini istiyor. Bir sabah programında, çocuk eğitimi hakkında denk geldiğimiz, beş dakikalık bir nasihat bile hakkını ister. Bilmek sorumluk getirir. Oysa, “bilgi güçtür” dediler! Olan ile olması gereken arasındaki yarılmadan muzdarip olmayan bir tanıdığım yok. Sizin belki vardır.Bu yarılma, ilişkilere keyifsizlik olarak yansıyor. Armageddon dillendirilirken; kendini tanımayan, bu yönde bir çabadan bilinçli olarak kaçınan, yarattığı palavra kişiliği bilmeyen, ama her konuda ahkam kesen kişiyle temas merhamet gerektirir. Kapanmalardan sonra, insanların artık dışarı çıkmak istemedikleri, evlerinde kaldıkları gözlemleniyormuş.Bir “son” söz konusu çünkü.
Payını nereye kadar yadsıyabilir ki insan?
İliklerimize işleyen korkularımız, bizi sahteleştiriyor ilişkilerimizde.
“Hakiki” bir avuç tanıdığım var, banka kasasında saklanan mücevher onlar benim için. Ne yazık ki bunlardan ikisi çok çok yaşlı; çocuk gibi sevimli mert iki adam. Her sabah on dakika yoga mı yaparsınız, içe mi döner namaz mı kılarsınız bilmem, sanırım tam zamanı artık. Sert rüzgârlar savurmaya başladı. Allah yardımcımız olsun diyeyim inanmasam da. Ne denilir ki başka!
Olumsuz dönemler zorunlu hem de onca umursamazlığımızla hak etmedik mi?