“Her belirleme bir sınırlamadır” denilir. İçine doğduğum kimliğe (kadın, müslüman Türk, vd.) tutunarak kişiliğimi (meslek, fikri tutum, vb.) oluşturma çabasıyla geçti yaşamım. Kendilik tanımımı, “henüz ne olmadığım” üzerinden yapabiliyorum şimdilik. Bir şeye “şudur” denildiğinde zorunlu olarak “bu değildir” denilmiş olur. Bu Spinoza’da ifade bulup, Hegel’de çözüme ulaşan bir sorunsaldır. Din de bunu anlatır. Ben dini de felsefeyi de kenara ittirip “acaba?” ile ilerledim ve bu tanımsızlığın dışına asla çıkamadığımı deneyimledim. “Kendilik” varıldığında tamamlanacak bir bilgidir. Yaşam, ölümle tamamlanır. “Ne olmadığı” bilmek gerek sezgisel gerekse aklî olarak deneyimlenmelidir. Yaşam; bu eksikliğin sezgisel bilgisinin, ussallığa taşınmasının deneyimidir kanaatimce.
“Bu soru hem yerel hem de dünya solu için geçerlidir. Solculuk, tıpkı bir sanat eserinin ortaya konulmasında gözlemlenen güçlüğe benzer bir güçlük içerir. Aşılması zor bir güçlük: Amaçlar ile araçlar arasındaki uyum. Diyalektik, devinen aklın kendinde bulduğu bir dinamik süreçtir. Felsefe tarihinde bu Kant’ın akıl seviyesine tekabül eder. Hegel, aklı düştüğü diyalektik
"Hepimiz tilki gibiyiz, bilgi çok ve ulaşılabilir konumda. Psikoloji okuyor, anlıyoruz. Kendimizle yüzleşmekten köşe bucak kaçıyor, karşımızdakiniyse paramparça ediyoruz, yani çözümlüyoruz, analiz ediyoruz. Sabah kadın programlarında bile bu yapılabilir hale geldi. Oysa, asıl sorun şudur: Çözebildiğimiz, parçaladığımız şeyi tekrar birleştirebiliyor muyuz? Birleştirebilmek için varlık duyuşunun olması gerekir. “Öteki”nin analizi, merkezin olmadığı koşulda saldırgan, dürtüsel bir boyuta ulaşabilir; diğer bazı kompleks mekanizmalar da devreye girebilir. Siyasette de buna tanıklık ediyoruz. Kontrolsüz bir saldırganlık, ürkütücü bir merhametsizlik. Varlık duyuşu dışarıda temellenmez, yakıtını kendinden alır; kendine dönmemiş; düşüncesi, eylemi hakkında kafa yormamış bir kişinin vicdanlı olmasını beklemek, çocuksu bir tutumdur."