Anlaşılması en zor konulardan biri olan çağdaş fizik üzerine yazılmış bir kitap, 237 hafta en çok satanlar listesinde kalabilir mi?[1] Kaldı, hem de hızlı etkileşim olanağının, sosyal medyanın olmadığı, 1988 yılında basılan bir kitaptı bu: Zamanın Kısa Tarihi.[2] Yazarı ise bu hafta vefât eden Stephen Hawking.

Çoğumuz onu, tekerlekli sandalyesinde, hilkat garibesi biri olarak tanıdık. Oysa, 1942 yılında sağlıklı bir bebek olarak dünyaya gelmişti. Henüz yirmi bir yaşında iken aldığı Amiyotrofik Lateral Skleroz (ALS) tanısını, kas erimesi ve omurilikte harabiyetin izleyeceğini biliyordu. Teşhisi koyan doktorlar, onun iki yıl ömrünün kaldığını düşünüyorlardı.

Onu kahraman yapan şey, fizikteki buluşları değil gencecik birinin, iki yıl ömrünün kaldığını bilmesine karşın, tüm gücüyle bilime sarılmasını sağlayan tutkusudur kanımca. Olağünüstü bir irâde ve çalışma azmiyle sonuç olarak ortaya koyduğu işin özgünlüğü şaşırtıcı olmasa gerek.

Stephen Hawking, bilime muazzam bir katkıda bulunmasına karşın Nobel Ödülü alamamıştır. Evrenin bir hologram olabileceğini ilk olarak ileri süren teorik fizik profesörlerinden, Leonard Susskind ve Nobel’li Gerard’t Hooft, çalışmalarını, Stephen Hawking ve Jacob Bekenstein’ın, kara delikler üzerinde yaptıkları çığır açan çalışmaya dayandırmaktalardır.

Kendi adıyla anılan buluşu, “Hawking radyasyonu” kara deliklerin termal özelliklerini açıklayan önemli bir kuramsal buluştur. Normalde kara deliklerin, yoğun bir kütle-çekimsel alanın sonucu olarak, etrafındaki tüm madde ve enerjiyi yuttuğu düşünülür. Fakat Hawking, bunun tam olarak geçerli olmadığını, kara deliklerin tamamen kara olmadıklarını, fakat radyasyon yaydıklarını, bu salınım sonucunda kara deliklerin buharlaşarak en sonunda yok olduklarını göstermiştir. Mikro ölçekte, atom-altı düzeyde birbirleriyle etkileşen ve etkileştikleri gibi hızla birbirini yok eden parçacıklar, negatif ve pozitif yüklülerdir. Hawking, parçacıkların, bir kara delik ile etkileşimlerinin nasıl olacağını merak etmiştir. Ulaştığı sonuç, kendini de şaşırtmış ve ilk etapta, “Acaba nerede bir hata yaptım?” diye düşünmesine neden olmuştur. Pozitif parçacığın, kara delikten kaçabileceğini, negatif parçacığın ise kara deliğe düşeceğini, düşmesinin, kara deliğin kütlesini azaltacağını bulmuştur. Pozitif parçacık, gözlemciye radyasyon olarak yansıyacaktır.

Nobel Ödülü alabilmesi için bunun ispatlanması, ispatlanabilmesi için de gereksinim duyulan büyüklükte kara deliklerin bulunması gerekmektedir. Daha küçük kara deliklerin, büyük olanlara oranla daha fazla Hawking radyasyonu yayacağı düşünülmektedir. Çok değil, iki yıl önce verdiği bir ders sırasında, uygun büyüklükte bir kara deliğin henüz bulunmamış olmasına atıfla “Bulunamaması üzücü bir durum, bulmuş olsalardı Nobel’i çoktan almış olurdum,” demiştir. Fikir büyük olsa da henüz kanıtlanamamıştır.

Espri yapmayı seven Hawking, ona bilimsel yaşamının, “buldum,” dediği noktada hissettiklerinin ayrıntıları sorulunca: “Seksle karşılaştıramam, ama daha uzun sürdüğünü söyleyebilirim,” demiştir. Hoşlanmadığı kişilerin ayaklarını, üzerinden tekerlekli sandalyeyle geçerek ezdiği bilinen Hawking, 1977 yılında, bir resmî tören sırasında Prens Charles’ın ayaklarını bu biçimde ezer. Böyle bir huyunun olup olmadığı kendine sorulduğunda, “Çok hain bir söylenti! Bunu tekrar edenin ayaklarını ezeceğim,” diye cevap vermiştir.

Dehâların hayalleri de bizimkilerden farklı oluyor. Onun yaşamı boyunca merak edip hayalini kurduğu şey, yerçekimsiz bir ortamı deneyimlemekti. Zero G’de, 2007 yılından basına yansıyan görüntülerden, onun sandalyesiz nasıl da mutlu olduğunu görme fırsatımız olmuştu.

Mustafa Kemal Atatürk’ün hayali, ülkemizde biliminsanlarının yetişmesiydi. Bunun için kurulma talimatını verdiği ilk fakülte olduğu rivâyet edilen Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’nden mezunum. Gerek yurtdışında, gerekse ülkemizde bilim yapma fırsatı buldum. Nobel Ödülü almış kişilerle aynı sofrayı paylaşma, konusunda dünyanın en iyi ilk beşi arasına girebilecek düzeyde biliminsanları ile aynı laboratuvarda çalışma, ortak proje yürütme onuruna eriştim. Ülkemde, nitelikli bir biliminsanı olarak değerlendirilmiş olmama karşın, yurtdışında katıldığım çalışmalar, bir süre sonra, eğitimimin üst düzey bir teknisyen seviyesinde olduğu gerçeği ile yüzleşmeme neden olmuştu.

Özgün bir bilimsel çalışma düşünmek, planlamak, uygulamak, kolay olmayan bir iş. Özgün çalışmaların, neden hemen her zaman düşünce özgürlüğünün olduğu ülkelerden çıktığını, kendimizle yüzleşerek düşünmeliyiz.

Carl Sagan, Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı[3] adlı kitabında, John Stuart’ın, Özgürlük Üzerine adlı kitabından alıntı yapıyor: “Bir düşünceyi susturmanın şeytanca bir kötülük olduğunu söylüyor. Düşünce eğer doğruysa, ‘hataya karşı doğru’ takasından mahrum kalmış; eğer yanlışsa ‘hata ile çarpışmasında’ doğruya ilişkin daha derin bir anlayış geliştirme olanağını tepmiş oluruz. Eğer yalnızca kendi savlarımızdan haberdarsak, onları bile tam bilmiyor sayılırız. Çünkü, kısa zaman sonra bayat, düşünmeden ezberlenen, denenilmemiş, sönük ve cansız doğrular haline gelirler.

Bilim, din, felsefe, politika… Fark etmiyor değil mi?


[1] Sunday Times.

[2] Zamanın Kısa Tarihi, Stephen Hawking, Alfa Yay., Çeviren: Mehmet Ata Arslan, (2013)

[3] Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı, Carl Sagan, TÜBİTAK, Çeviren: Miyase Göktepeli, (2014)