Düşüncenin, tarih içindeki yolculuğunda önemli duraklardan biri, ünlü Türk düşünür Fârâbî’dir. Fârâbî’ye göre, ideal bir toplum, sağlıklı bir bedene benzer. Birbirinden farklı görevler üstlenmiş ve farklı önemde olan organların, dirimliliklerini sürdürebilmeleri, birbirlerine destek olmalarını, yardımlaşmalarını zorunlu kılar. İdeal bir şehirde de (madınâ fâdıla) bireylerarası yardımlaşma yaşamsal bir önem taşır. Bir filozof kral olan reis, bu mükemmel kentin, en mükemmel parçasıdır. Böylesi ideal bir devletin çökmesindeki neden, daha doğrusu toplumların bir türlü ideal hale gelememesindeki temel neden, kendi halkından bağımsız değildir: Onların kötü eylemleri, ruhlarına kusurlu istidatlar kazandırmıştır, böyle kentlerin bireylerinin ruhları hasta olur. Erdemli kente zıt bu kentlerden bazıları şunlardır:
Cahil Kent: Halkı, mutluluktan habersizdir. Gerçek mutluluk anlatılsa da inanmazlar, çünkü anlamazlar. Onlar için iyi; sağlık, zenginlik, arzularının peşinden gitme serbestisi, saygı ve itibar görme, cinsel tatmin gibi şeylerdir. Mutluluk, bunların toplamıdır. Böyle bir kentin halkı, temel olarak; mal-mülk edinmek, beslenmek, ev sahibi olmak, ün kazanmak, övülmek, itibar görmek için birbiriyle yardımlaşan bir kenttir. Hakikat ile hiçbir ilgi ve meraka sahip değillerdir. Erdemli kentin yasalarının, kendi amaçlarına engel olduğunu anlayınca, hakikati toptan reddederler. Cahil, çirkin amaçlarını engelleyen her şeyin ortadan kaldırılması ana hedeftir. Fârâbî, bu bireylerin erdemliler arasına katılmamasını öğütler.
Bozuk(fâsık) kent: Gerçek mutluluk ve onu elde etme yollarını bildikleri halde eylemleri cahil kentin bireylerine benzer. Büyük ıstırab çekerler. Bir kez erdemi bilmiş olan ruhî istidatları, kötü olan ile savaşa girer. Bu kentin bireyleri; yalnız kaldıklarında, ıstırabı zorunlu olarak hissettiklerinden, kendilerini sürekli meşgul edenlere benzer. Biraraya gelmeleri, ıstırabın sonsuzca çoğalmasına neden olur. Yöneticisi, aldatmaktan, yalan söylemekten çekinmez, hatta kendine vahiy indiğini bile iddia eder.
Yanlışlık içinde olan (dâlla) kent: Dalâlet içindedir. Din ve ahiret konusunda, yanlış ve yararsız görüşe sahiplerdir.
Halkları kötü eylemlere sahip kentler çökmeye mahkûmdur. Bu kentlerin bireylerinin ruhları hasta olur. Onlar, doğru sözü duymaz olur. Hakikat, örnekler, simgeler olarak ortaya konulduğunda, onu anlamak ve tanımaktan âciz bu kişiler, hakikati yanlış diye reddedip; kendi bildiklerini doğru kabul ederler. Hakikate yönelen kişileri hiç anlamazlar. Böylece, onlar, hakikati bilen kişilere haset ederler, onların idraklerinin değersiz olduğunu gösterme çabasına düşerler.
Erdemli kentin yönetici ve halkında bulunan temel özellik, hakikatin bilgisi olduğundan, böyle bir kentte Varlık’ın ne’liği, varlık olarak varlık gibi konularda sürekli düşünen ve aklını kullanma konusunda yetkinleşen kişiler vardır. Cahil ve bozuk kentlerde ise: “Etrafımızda gözlemlenen varolanlar sürekli değişiyor, böylece özleri farklıdır. Onların özünü bilmek olanaksızdır. Gözlemlediğimiz her şey birbirine zıt, güçsüz olanı, güçlü olan ortadan kaldırıyor” benzeri yüzeysel bir düşünme eğilimi vardır. Bu düşünce, giderek tehlikeli bir hâl alarak, kendine karşı çıkan herkesi yenmek konusunda en başarılı olan kişinin, en mutlu kişi olduğuna inanılmaya başlanılır.
Cahil kentlerde, bireyler arasında ne doğal, ne de irâdî sevgi vardır. Bireyler, birbirlerinden hoşlanmazlar, nefret ederler. Böyle olunca, gruplaşmalar görülür; kendinden olmayana boyun eğdirilmelidir. Gruplaşmalarda etkili olan ana unsurlar şunlar olabilir: Akrabalık bağı etrafında gruplaşma; ortak bir lider etrafında toplanma; yeminler ve antlaşmalar çerçevesinde birleşme; karakter, huy benzerliği ya da aynı dilin konuşulması nedeniyle oluşan ortaklıklar; aynı yerde oturanların gruplaşmaları; uzun süredir tanışmaya varan zaman paylaşımlı ortaklıklar (aynı meslek, aynı yemek vb).
İşte, bu gibi toplumlar için Adâlet, her kim olursa olsun, insanın yolu üzerinde dikilen varolanın ezilmesidir. Bu durumlarda adâlet sözcüğü, korku ve zayıflıktan doğan eylemler hakkında kullanılır. Çıkarılacak yasalar, herkesin, herkesten zayıf olduğu ve herkesin, herkesten korktuğu sürece var olur.
Fârâbî, dindarlığın, bireylere karşı kullanılan bir hile ve aldatmaca haline gelmesine de değinir. “Allah ile aldatan” bu sahtekârların tuzakları, ötekilere boyun eğdirmek ve korkutmak için vardır. Din, bir korku aleti olarak kullanılmaktadır. Bu durumda, güç kazanan sahtekârın asıl amacı gizli kalır, onun yaşam biçiminin ilâhî bir yaşam olduğu sanılır, tüm bu nimetleri asla kendi için istemeyen bir görüntü verir. Bireyler ona itaat eder; yaptığı kötü işleri iyi görürler. Böylece, o, itibar, iktidar, servet, zevk ve istediği herşeyi yapmakta herkesten üstün olmuş olur. Vahşi hayvanların avlanmasında olduğu gibi, tuzak; şiddet, hile ya da kurnazlıkla kurulmuştur.
Cahil, bozuk halkların, tutum, huy, düşünce, davranış ve beklentilerine baktığımızda, kaçımız buralara düşmeden yaşayabiliyoruz? En eğitimli kesim bile hakikati kolaylıkla yadsıyabiliyor; erdemli olmaya çalışmak, enayilik ile eş anlamlı neredeyse. Eleştirilerimizde çoğunlukla yıkıcı, öfkemizi ortaya koyuşumuzda, hayvana yakın; sevgimizde boğucu, sınırlayıcı; dostluk edişimizde dışlayıcı ve korkak; ezcümle, ölçüsüz bir toplumuz.
Fârâbî’nin El-Medinetü’l Fâzıla dediği İdeal Devlet, Aristoteles’in, zoon politicon olarak işaret ettiği bireyin yaşadığı yerdir. Yunanca Polis, medeni olan bireylerin, ortak bir amaç uğruna birlikte yaşadığı, yardımlaştığı, iş bölümü yaptığı kent demektir. Bu ortak amaç gelip geçici olanla ilgili değildir; herkes erdem uğruna ve ona ulaşmak için yaşar.
Daha önce, adı Yesrib olan bir yerleşim biriminin adının, İslâm’dan sonra, Medine olarak değiştirilmesi tesadüf değildir; Medine-i Münevvere, Medine Anayasası ile garanti altına alınmış bir kentti. Farklı unsurları, hak ve özgürlüklerinin bir çatı altında toplandığı bir barış kentinde yaşatma girişimiydi.
Platon’dan, Aristoteles’e, oradan Fârâbî’ye ve günümüze kadar etik ile politik olanın birbirinden bağımsız olamadığı gösterilmiştir. Etik olmayan bir halkın, etik bir yönetim umudu içinde olması beyhûde. Bireyde, erdem, ölçüdür; ölçü, toplumsal düzeyde Adâlet olarak yaşantılanır. Ölçüsüz adâlet, oksimoron kullanımdır; adâletsiz olan, ölçüsü önceden ve derinden bozulmuş olandır.