Marcus Aurelius’un “Düşünceler” adlı kitabı, evren, akıl, erdem, yasa, iyi, erdemli yaşam gibi ilkelere günümüzde de kılavuz edebilecek zengin düşünceler, önermeler içerir.

Bugün, bu kitabı okurken, aniden parti iç tüzüklerine bakma gereksinimi duydum. “Erdem” sözcüğü, Adâlet ve Kalkınma Partisi’nin tüzüğünde beş kez geçiyor. Erdem yerine yeğlenilmiş olabileceğini düşündüğüm “fazilet” sözcüğü ise hiç geçmiyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzüğünde ise erdem iki tümcede üç kez kullanılmış ve partili olmanın önkoşulu olarak belirlenmiş: içi boş bir belirlenim. Erdemsiz bir kişi, CHP’ye katılmak isterse ölçü nedir? Buna kim karar verir? Fazilet sözcüğü ise kullanılmamış. AKP’de, Siyasi Erdem ve Etik Kurulu olmasına karşın, şimdiden içi boş olan görev tanımları, genel başkan ile sınırlanmış. İçi boş, çünkü erdem ve etik dile getirildiğinde “kurucu değerler ve ilkeler” genellemesine gönderme yeğlenilmiş. İYİ Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin iç tüzüğünde, ne erdem, ne de fazilet sözcüğü geçiyor.

***

MS 121-180 yılları arasında yaşamış olan Marcus Aurelius, Roma İmparatoru’dur ve “Beş İyi İmparator”un sonuncusudur. Platon’un, “filozof kral” tanımlamasının hakkını teslim etmek üzere sürdürülen bir yaşamdır onunki.

İmparatorluğu sırasında, Roma’da bir milyon, devasa imparatorluk topraklarında ise toplam elli milyon kişi yaşıyordu. Yaşadığı dönemde, dünyanın tartışmasız en güçlü kişisi olan Aurelius’un, yukarıda dile getirdiğim kavramları kendine dert edinip içlerini doldurmaya çalışması, bitimsiz bir hayranlık duygusu yaratıyor.

Erdem, iyi, bilgelik, akıl, doğa, insan ilişkileri, yaşam, ölüm gibi konuları irdelediği Düşünceler’de, hitap ettiği “sen” halkı, ötekiler, talipleri değil bizzat kendidir; çabası hakikîdir.

Erdemliliği, ulaşılan bütünlük sonucunda gelen dinginliğin zorunlu olduğu bir durum olarak nitelemiş. Dingin olmayan ruh durumunun, erdemsizlik olduğunu sıkça vurgulamış.

Ona göre:

* Erdemli bir kişi, öfkeli olamaz.

* İktidar sahibi olan kişi, birini kışkırtıcı duygulardan kaçınır, ölçüsüz davranmaz, özellikle kendini beğenmişlik tuzağından kaçınır.

* Her davranış, toplumsal yaşamın bütünleyici parçasıdır.

* Erdemli kişi, özgürdür ve özgür kişi, “Çocuğumu yitirmesem!” diye yakarmaz, şöyle yakarır: “Çocuğumu yitirmekten korkmayabilsem!”

***

Erdemin korunduğu evin çatısı Adâlet’tir. Adâletli olmasından dolayı Kanûnî adını alan I. Süleyman, “Adâlet ile hükmedersen, her günün ibâdet sayılır” demiştir. Kişileri robotlaştıran içi boş tekrarları, tek hamlede alaşağı eden ne muhteşem bir idrak!

Kanûnî Sultan Süleyman, devrin ünlü âlimi Yahyâ Efendi’ye, bir devletin hangi halde çökeceği sorusunu sorar. Mektubuna aldığı yanıt kısadır. “Neme lâzım Sultânım!”

Açıklaması istenildiğinde şöyle demiştir:

“Sultânım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şâyi olsa, işitenler de “neme lâzım” deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa. Yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryâdı göklere çıksa, bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimâd ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlâl de böylece mukadder hâle gelir…”

***

Ünlü Alman filozof Immanuel Kant, “Prolegomena”sında, Hume’u, usun, neden ve etki bağlantısını a priori olarak getiremeyeceği savı konusunda eleştirirken ilginç bir tanımlama yapar: Usun, bu kavram ile kendini aldattığını, kavramın deneyim tarafından gebe bırakılan imgelem yetisinin bir piçi iken, onu yanlışlıkla kendi çocuğu olarak kabul ettiğinden söz eder.

Hak, hukuk, adâlet, erdem, iyi, kötü, güzel, aşk, sevgi… Kullandığımız tüm kavramların içi nasıl da boş! Dirimsiz, kupkuru… Deneyimin kendine sunduğu piçleri, öz evlâdı sanacak bir aklımız bile yok sanırım. Duyu algılarımıza çarpan ile; demek istiyorum ki beslenme, barınma, üreme, giyinme kaynaklı tüketim ile yetinmeyeli kaç zaman oldu? Piçlerimizi savunmak bile bizi daha onurlu kılabilirdi.

Platon, “Hükümdarlar, filozof; filozoflar, hükümdar olsaydı, kentlerin yüzü ışırdı” demiş. Felsefecileri bilmem de filozoflar değil devlet yönetimini, kişilerle olan ilişkilerinde bile iktidarı istemiyorlar. Bu durumda, iktidardakiler, ucundan da olsa düşünmeye başlasa ne güzel olur!