Mahallede top oynarken, bazen, şutun çekildiği anda topun varacağı yeri bilir, henüz top havada süzülürken sıvışırdık. Kuantum Mekaniği (KM), faili meçhul cam kırma hakkını çocuklardan aldı. KM’ye göre, neden ve sonuç arasında geçen bir süre yoktur. Neden ile sonuç aynı anda olabilir. Barbutçulara da kötü bir haberim var: Bin kez de deneseniz hep çift atacaksınız.

Tabii, bu benzetmeler, daha iyi anlayalım diye ölçek büyütmeler. Yukarıda anlatılanlar, kuantum düzeyde olup biten işler. Ona da bir ölçü verelim ki, daha iyi anlayalım: Bir atomu görebilmek için sınırsız ölçek büyütme hakkımız olsaydı, futbol topu, ancak yerkürenin boyutlarına geldiğinde bir atomu görmeyi başarabilirdik. Kuantum denildiğinde aklımızı zorlayan bir boyuttan bahsediliyor.

Einstein’ın Kuantum Dolaşıklık adı verilen bir kâbusu vardı. Çünkü bu kurama göre, atom-altı parçacıklar ışıktan hızlı hareket edebiliyor! Dahası var: Birbiri ile ilişkili iki parçacığı ayırıp birini Londra, ötekini Ağrı’ya koysak, biri üzerinde gerçekleştirilen etkiye öteki de aynı anda, aynı tepkiyi veriyor. Ayrıca, örneğin elektronlar, yalnızca gözlemlendiklerinde fiziksel özelliklere sahip oluyor. Yapılan matematik hesaplar, bize böyle söylüyor.

Einstein, en çok atıf yapılan makalesi olan EPR’de (Einstein, Podolsky, Rosen) bu yönü bakımından KM’nin eksik olduğunu ileri sürdü. Kuantum Dolaşıklık gerçek olamazdı. Tüm çalışmalarını, bunun olanaksızlığını kanıtlamaya ayırdı. EPR makalesine bir yanıt, Bohr’dan geldi. Tuhaflık olarak görünen bu durum olanaklıydı ve artık Kuantum Dolaşıklık olarak anılacaktı.

Hangisi haklıydı? Sorun uzun yıllar boyunca, kâğıt üzerinde çözümsüz kaldı. Çözüm, pırıl pırıl bir zekâ olan Bell’den geldi. Gündüzleri parçacık fiziğiyle ilgili işine gidip, geceleri Kuantum Mekaniği çalışan Bell, o güne dek hiç düşünülmemiş bir düşünce ileri sürdü. Ona göre, Einstein ve Bohr’un öngörüleri, aynı değil farklı düşünceler için geçerliydi. Yanıt, hangi dünyaya baktığınıza bağlı olarak değişmeliydi. Atom-altı dünya ile atom-üstü dünya farklı yanıt veriyorlardı. Bu düşünceyi açıkladığı makale anlaşılmadı, ilgi çekmedi. Uzun yıllar tozlu raflarda bekledi. Ta ki, Deneysel Fizikçi Clauser makaleyi okuyuncaya kadar. Clauser, bu makalenin fark edilmemiş olmasına hayret etmişti, çünkü yalnızca içinde bulundukları yüzyıl için değil fizik tarihi için çok önemli bir makaleydi. Hemen kolları sıvadı ve bir deney düzeneği kurdu. Deneyinde, Bohr’un iddiasının bire bir doğru olduğunu saptadı. Kuantum Dolaşıklık vardı. Fiziksel gerçeklik olarak içinde yaşadığımız dünyanın temellerinde, hiç de kesin olmayan, hatta ne biçimde var olduğu bile soru işareti olan bir dünya vardı.

Clauser’in deneyi, fizik dünyasında beklediği ilgiyi görmedi. Deneyin hak ettiği ilk tepki, coşkulu hippilerden geldi. Fizikçilerden oluşan dört kişilik bir hippi grubu, çıkan sonuca hiç şaşırmamıştı. İlgili oldukları Tao gibi mistik öğretiler, Kuantum Dolaşıklığı bire bir anlatıyor, açıklıyordu! Kozmik birlik binlerce yıldır dile getiriliyordu. Önceleri sezgimize geleni, bilim şimdi yakalayıp gösteriyordu.

Deneysel kanıtından çok önce, atom bombasının, lazerin, transistorün keşfedilip kullanılmaya başlandığını anımsamalı. Bunlar, Kuantum Kuramı sayesinde gerçekleşmişti.

Kuantum bilgisayarları kullanmaya başladık. Sıradan bilgisayar, Var (1)-Yok (0) olan “bit”’ler üzerinden işlem yapar. Ya vardır ya da yoktur. Kuantum bilgisayar ise, “kübit”’lerin dolaşıklığı üzerinden işlem yapar. Kübit, Var (1) ya da Yok (0) olabildiği gibi hem var hem de yok olabilir; aynı anda ikisi birden olabilir! Bu bilgisayarlarda dolaşıklık, öyle üst seviyeye taşınmıştır ki, artık iki parçacığın değil parçacık gruplarının dolaşıklığı temel alınır.

Sıradan bir bilgisayarın, yüzlerce yılda başarabileceği bir işlemi, kuantum bilgisayarlar, saniyeler içinde yapabiliyor. Tüm bilgilerimizin veri olarak saklandığı, para aktarımının, devletlerin güvenliğinin veri halinde depolandığı bir ortamda, şifreleme önemli bir duruma geliyor. Kuantum bilgisayarlar, sıradan bilgisayarlarla oluşturulmuş en sağlam şifreleri kırmakta kullanılabilir. Kuantum şifreleme çok önemli bir konu. Bu konuda Çin, önder konumda ve muazzam bir projeye imza attı. Kuantum bilgisayarların birbirleriyle haberleşmelerinde aralarındaki mesafeyle ilgili problem yaşanıyordu. Çin, bir kuantum iletişim uydusu fırlattı ve Kuantum Dolaşıklığı İlkesi’ni kullanarak, kırılması olanaksız bir şifreleme çağı başlattı. Satellit, Dünya’da iki farklı noktaya iki dolaşık foton gönderiyor. Eğer, fotonlardan biri korsanlar tarafından yakalanırsa, fotondaki bilgiyi ölçüp farklı bir bilgiye sahip bir foton ile değiştirebilirler, ama “tutsak” fotonun dolaşık olduğu fotondaki bilgi ile “hırsız foton”un bilgisi uyuşmayacaktır. Böylece veri korsanlığı olanaksız hale gelmiş olacak.

Hemen ekleyeyim: Clauser’in deneyiyle ilgili şöyle bir kuşku vardı: Ya deney filtrelerini etkileyen bilmediğimiz bir etken varsa ve bu rastlantısal değilse? Bu kuşkuyu gidermek için Kanarya Adaları’nda, Zeilinger başkanlığında bir deney istasyonu kuruldu. Avrupa’nın en büyük iki teleskobu kullanılarak, sekiz milyar ışık yılı ötedeki, iki kuasardan gelen ışıkla ölçüm yapıldı. Sonuç: Bohr haklıydı! Bu oldukça yeni bir bulgu. Sekiz milyar yıl uzaklıktaki kuasardan gelen ışığın, atom-altı parçacığı büyüklüğünde ölçülebilmesi tek kelime ile muhteşem!

KM ile uğraşan fizikçiler, bilimin makûl sayılan bölgenin dışına doğru bir adım attığını dile getiriyor. Öyle ki, varılan ortamda, doğru bildiğimiz fizik yasaları geçerli değil, atom-üstü dünyanın kesinliği orada yok. Alice Harikalar Diyarı’nda gibiyiz.

Felsefe açısından baktığımızda; bilimin, “kuşkuculuk” aşamasına ulaştığını söyleyebiliriz. Çünkü, kuşkuculuğa göre, duyusal olarak algılananlar, bağımsızlıktan yoksun ve ikincillerdir, düşünceler ise bağımsız ve birincillerdir. Oysa, bir önceki aşama için duyusal olarak algılanan gerçektir. Bizde bilim henüz bu anlayış seviyesinde yapılıyor. Sıkça, «Newton uzayında donmuş gibiyiz,» dediğim aşama. Bilim algısı bu seviyede kalanlar, bir zamanlar bilim karşıtlarının bulunduğu konuma düşecekler.

Biz hangi dünyada yaşıyoruz? “Ya / Ya da” dünyasında mı? “Hem / Hem de, Ne / Ne de” dünyasında mı? Tinsel özgürlüğe doğru giden her adım, iki dünyadan da vazgeçemeyeceğimizi söylüyor.