Londra’da bir otel odasındayım. Birkaç gün önce İzmir’de geçirdiğim çene operasyonunun ve seyahatin ağırlığı; sistemime her yerden sızmaya çalışan grip, “annesel” işlerin getirdiği çok yoğun bir koşuşturmaca arasında, bir suçluluk duygusuyla uyandım bu sabah. Yarın yayımlanacak olan yazımı, dünden teslim etmiş olmama karşın “Ne!? Müze ziyaret planı mı?” diye fırça çeken vicdanımla baş başayım. Basınımızda pek de ilgi görmeyen bu kadını anlatmalıyım. Jocelyn Bell Burnell’in, ödül olarak kazandığı üç milyon doları bağışlamış olmasını bir haber konusu yapıp geçiştiremeyiz. Geçiştiremedim.
Bu muhteşem kadın, Kuzey İrlanda’da doğmuş. Glasgow Üniversitesi’nde okuduğu yıllar 60’lı yıllar. Astrofizikçi kendisi; üniversitede, derslere katılmak için sınıfa girdiğinde yüzünün kızarmaması için kendini eğitmiş bir genç kadın. Erkek öğrenciler, tek kadın olan bu öğrenciyi bezdirmek için oldukça çabalamış, sınıfa girdiğinde yuhalamışlar. Jocelyn, yüzünün her kızarmasında onların kazandığını idrak ettiği ânda işler değişiyor ve sonrasında yüzü artık hiç kızarmıyor.
Burnell , sıradaki sıçramaya bir tesadüf elbisesi giydirse de doktorasını Camridge Üniversitesi’nde yapıyor. Doktora yıllarında da ayrımcılığı iliklerine kadar hissediyor; bu sefer haritanın yanlış bir yerinde doğduğu hissettiriliyor meslektaşları tarafından, kendi deyimiyle, “Güneyli İngiliz.”
Bir sabah, zaman bir aralık ayının 21. gününe geçeli henüz 2-3 saat olmuşken, yüksek hızlı kaydedicisinden o güne kadar kaydedilmemiş bir sinyal alıyor. Evet, müstakbel Dr. Burnell, ilk Pulsar’ı keşfetmiştir. Pulsar (Pulsating Radio Star), bizim sinyal biçiminde kaydedeceğimiz radyo dalgalarını gönderen yıldız anlamına geliyor. Keşfine inanılmayacağından ve sahtekârlık suçlamasıyla karşı karşıya kalacağından kaygı duymasına karşın şöyle düşünüyor: “Suçlanırsan, suçlama işlemleri ve doktoradan kovulmak için gereken zamanda durmaksızın çalışıp kayıt yapmaya devam edersin. Yine de atılırsan en azından ‘elimden gelenin en iyisini yaptım,’ dersin.”, “Savaşçı bir tipim,” diye de ekliyor. Hemen telefon ettiği doktora danışmanı Dr. Hewish, ona inanmıyor. Uzatmayayım, Hewish, daha sonra bu buluş nedeniyle Nobel Ödülü alacaktır, Burnell değil! Üstelik, fizik alanında, astronomi dalına giden ilk Nobel’dir Hewish’in aldığı Nobel.
Geçtiğimiz hafta, temel fizik alanında verilen Breakthrough Ödülü’nü kazandığı açıklandı Dr. Burnell’in. Ödülün maddi getirisi olan 2.3 milyon Sterlin’i, fizik alanında çalışacak, ancak temsil sorunu yaşayan kadınların, azınlıkların ve mültecilerin eğitiminde kullanılması için bağışladığınıysa hepimiz duyduk.
Konu başlıkları olarak; size, bu kadını ve olayın yaşandığı ülkeyi neden geçiştiremeyeceğimizi anlatmak istiyorum:
Para ile ilişki: Dr. Burnell, mimar bir babanın kızıdır, ekmeğini bilim yaparak kazanmıştır. Parası olmayan insanın, parayla olası ilişkisini romantize etmesine sık rastlanır. Oysa çoğunluk, parayla temas durumunda bencilleşir, cimrileşir, dengesini yitirir. Banka hesabınızda aniden 3.000.000 Dolar belirdiğini düşünün, sonra tereddütsüz bir kararı takiben artık orada olmadığını. Yüz milyon doları var da üçünü bağışlıyor denilecek bir durum yok ortada. Bilgece bir özgüven.
Bağış kültürü: Bağışların, yerinde ve hakkaniyetle kullanılacağının sorgulanmasına gerek duyulmayan bir etik seviye. İmrenilecek güven ilişkileri. Bizde, sarpa sarmamış bir bağış ilişkisine siyah kuğu kadar ender rastlanır.
Temel bilimler: Temel bilimler alanında nasıl da etkin bir ortam! Araştırmacılar, temel bilim alanında sebat edip, çoluk çocuk sahibi olup, insan gibi yaşayabiliyorlar. Rüya gibi. Temel bilimler bizde artık yeğlenilmediğinden, kapatılmaları gündeme geliyor sık sık. Bu konu, eğitim sistemimizin kara deliklerinden biridir. Temel bilim alanında varlık gösteremeyen bir ülkenin bilimle teması, teknoloji kullanımı ile sınırlıdır. Ebeveynler, temel bilim okumak isteyen çocuklarını desteklesinler lütfen.
Ayrımcılık: Bugüne kadar aldığı ödüller ve yöneticilik pozisyonları, eğitimi boyunca acısını çektiği cinsiyet ve ırk ayrımcılığına etkin yanıtlar olmuş; lâkin, son hareketiyle duruşunu taçlandırmış.
Alçakgönüllülük: Astronomi alanında, yirminci yüzyılın en iyi buluşunu yapmış olan Dr. Burnell, kendisiyle yapılan bir söyleşide, Nobel Ödülü’yle ilgili maruz kaldığı tutumu anlayabildiğinden söz ediyor, “O zamanlar bir öğrenciydim, öylesi büyük bir ödülün bir öğrenciye verilebilmesi için öğrencinin olağanüstü bir buluşa imza atmış olması gerekir; benim buluşum olağanüstü değildi… Hocalarımın da kadın olduğumdan dolayı beni dışladıklarını düşünmüyorum; onların gözünde yalnızca bir öğrenciydim,” diyor.
Richard Taylor, Nobel Ödülü’nü kazandığını öğrendikten sonra aynaya baktığında kendine şöyle demiş “Murray GellMann, zekidir. Dick Garwin, zekidir. Sen ise şanslısın.” Dr. Taylor, tüm samimiyetiyle, “Ben alt tarafı ölçüm yaptım, benim işim, ölçüm yapıp bunun doğru olduğundan emin olmaktı. Onlarsa, ölçtüğüm şeyin ne olduğu konusunda kafa yordular.”
Bu tür kişilerde beni çarpan şey, dengeleri oluyor. Jocelyn Bell Burnell gibi, son derece inatçı, savaşçı, kararlı ve özgüvenli birinin, Nobel Ödülü alan ekibe dahil edilmemiş olmasını böylesi bilgece yorumlayabilmesi, hesabı verilmiş bir diyalektik çekişmenin ürünü olsa gerek. Bu savaştan muzaffer çıkanlara nam bir şık tutum içinde: “Sürü”den olmadığı edimlerinde gözlemlenebilen, ama bunu pek de umursamayan bir tutum.
Jocelyn, senin gibi bir dost edindiğimden dolayı çok şanslıyım, içimi ısıtıyorsun.