DNA’mız, bilinen fizik yasalarına göre, evrendeki en yoğun veri depolama ortamı. DNA’ya sığacak biçimde formatlanabilseydi, bugüne dek yapılmış filmlerin tamamı, bir küp şekerden daha küçük bir alanda depolanabilirdi. Microsoft, Temmuz 2017’de, 200 MB veriyi, sentetik DNA’ya depoladığını açıkladı. Firma, on milyon sentetik DNA iplikçiğini, Twist Bioscience adlı şirketten satın almıştı. İki yüz MB veri, bir kurşun kalemin ucu kadar bir alanda depolanabilmişti bu sayede. İnternet üzerinden erişime açık bilginin tamamının, sentetik DNA iplikçiklerine aktarılması için yalnızca bir ayakkabı kutusu kadar alana gereksinim duyuluyor. Ayakkabı kutusu denilince, aklınıza, para gelmiştir bu topraklarda. O nedenle, fiyatına da değineyim: Microsoft’un kullandığı 13.448.372 DNA parçacığı, açık markette yaklaşık 800.000 USD değerinde.

Depo alanı olarak, DNA’nın kullanılmasının getirdiği başka bir avantaj da binlerce yıl kullanımın olanaklı olması ve modasının geçmeyecek olması. Yaygınlaşması için maliyetin düşmesi gerekiyor. Yapay zekânın kullanımıyla birlikte, depolama alanı bir sorun haline gelmeye başladığından, çözüm arayışları halen sürüyor. CRISPR Cas9 olarak bilinen genetik makasın, sentetik DNA depolama çalışmalarında da yararlı olacağı düşünülüyor.

Bu yıl, University of Cambridge’den bir grup embriyolog, kök hücre kullanarak embriyo elde etmeyi başardıklarını açıkladı. Başka bir embriyodan cımbızlanmış; spermsiz, yumurtasız bir embriyo. Henüz doğuma dek ilerleyen bir süreç gerçekleşmedi ancak, yakında bunun olanaklı olabileceğinden söz edilmeye başlanıldı. New Jersey’de yerleşik, Genomic Prediction adlı şirket, embriyoların gelecekteki eğitim kapasitelerini saptayabildiklerini, embriyolar arasından seçim yapma hakkını, artık, müstakbel ebeveyn adaylarına sunmaya hazır olduklarını açıkladı.

Bilişsel kapitalizm denilen, bilginin temel üretici güç olarak ortaya çıktığı bir döneme girdik. Maddî olandan soyut alana doğru hızlı bir geçiş var. Henüz ruh-beden dikotomisini aşamamış kişi için zor bir süreç bu; nihilize edici. Dünyanın birçok ülkesinde, İnternet’e erişimi olan herkes tarafından kullanılabilen bir taşımacılık sistemi olan Uber, sözcük anlamı olarak bir şeyin üzerinde, fazlası anlamını taşıyor. Öyle bir firma ki, binası yok, kullanılan araçlar sisteme kayıtlı kişilerin kendi araçları. Türkiye’de Uber denilince, akla siyah büyük araçlar gelse de; sistem, bireysel katılımlar için planlanmış bir sistem. Servis sağlayıcılar ve kullanıcılar birbirlerine puan vererek, işleyişin sağlıklı sürdürülmesini güvence altına alıyorlar. İngilizce adı Bed & Breakfast olan sisteminin, yine İnternet üzerinden ve kişilerin kendi evlerini kullanıma açabildikleri bir otelcilik sistemi olan Airbnb’de, soyuta taşınan bu anlayış, Air ön eki ile vurgulanmış. Kullanıldıkça ortaya çıkan sistemler, kullanıcı yoksa özelliklerini/sıfatlarını göremeyeceğimiz bir işleyiş bütünlüğü giderek, maddesiz alanlara işaret ediyor.

“Gorz’un bilginin, maddesiz sermayeye dönüşümü üzerine yazılmış, kitabı Maddesiz’de, bedenlinin; bedenden, bedensiz olana; artık, yaratan ile yaratılanın bir olduğu bölgeye yükselişi serimlenmiş. Bu kitap, dünyaca ünlü biliminsanlarının çarpıcı yorumlarını okuma fırsatı da veriyor. Özellikle yapay zekâ ve genetik konularında düşünülecekler dizini uzun. Üzülerek söylemeliyim ki, bize düşünülecek pek bir şey bırakmamışlar. Bir biliminsanının, gelinen noktayı özetlediği bilgece bir cümleye bizde rastlayamıyoruz. Bana mı öyle geliyor? Umarım öyledir.

Derin bir yüzeysellik sorunumuz var. Unvanlardan, yaşlardan bağımsız şu kapsayıcı düşünme yeteneği, kuşkusuz ki çok emek ister. Buram buram bir kes/yapıştır ortamı var beni hüzünlendiren. Çalıntı sözcüklerin, ustalıklı saklanışları. Oysa, insan, bir vefâ varlığı değil midir dostlarım? Bot, Cüzdan dergilerinde peydahlanan bir edebî seviyenin, bilgeliğin göklere çıkarılma nedeni, klasikleri okumayı bitirmemiş olmamla içsel bir bağa işaret ediyor olabilir mi? Pagan döneme geri döndük sanki, put yapmaya gerek de kalmadı: Tanrılar, Tanrıçalar dolanıyor ortalıkta.

Ben bir biyoloğum, lâfı kendime edeyim: Bu kitapta, Elvin Anderson adlı bir biyolog, “İnsan, Tanrı’yla birlikte evrenin (yaşamın ve kendinin) yaratıcılarından biri… Bilim, Tanrı’nın bize sunduğu vekâleti gerçekleştirme noktasındadır,” gibi muhteşem bir çıkarım yapıyor, hem de neredeyse yirmi yıl önce. Cinselliğe indirgenmiş din kıskacında boğulurken, bu kıskaca kendi katkımı nasıl yadsıyayım? Düşünebildiğimi sanıyordum, meğer düşünmek değilmiş zihnimi düzenlemek. Bizde, bilim denilince, Tanrı’sız bir alana geçilir hemen ve çocukça. “Dinlere ve Tanrı’ya gereksinimimiz yok,” düşüncesi, aklın kasabalı bir tutumudur. Ateist olmak, henüz soyut düşünemiyorum demek oysa ki! Ülkemizde etkin bir muhalefetin olmaması, biçeceğimiz bir ürünü ekmemiş olmamızdandır. Amma, etkin ateizm ile etkin olmayan ateizm arasında sağlam bir fark var, hakkı verilmeli. Örneğin ben, henüz etkin bir ateist ile tanışmadım. O, ciddi bir emekçidir. Felsefe tarihi, varlık felsefesi, dinler tarihi, din felsefesi, sosyoloji, psikoloj, mitoloji, bilim felsefesi ve daha pek çok alanda binlerce kitabı okumuş, derinlemesine düşünmüş kişidir. Kısacası, neyi reddettiğini derinlemesine kavramıştır.

Hızla yuvarlanıyoruz gibi bir duygu içindeyim. Anlama kapasitemiz çok düştü. Felsefe doktorası yapmış kişiler, iki sayfalık yazının ana düşüncesini, temel savını anlayamıyor. Okuduğunu anlayan çok az. Vasat, yüzeysel; yüzeysel olduğundan, ekmeğe sürülen yetersiz tereyağı kıvamında yazılar, kitaplar, tutumlar… Endişe ettiğim şey, buna karşın, herkesin kendinden pek emin olması. Yarılmış, şizoid kişilikler olarak dolanıyoruz. Çalma çırpma haberlerinden bıktık, ama binlerce yıllık bilgeliği, emeği, daha fazla para, daha fazla takipçi uğruna kendi emeğimizmişçesine satıyor da satıyoruz. Yalanımıza, kendimiz de inanıyoruz sonunda; kibir içinde, hoyrat, hırçın dolanıyoruz. İnsan, bir vefâ varlığı değil midir?

Kendimize yönelip hayal kırıklığı içinde paramparça olup yere serildiğimiz bir anda Tanrı’nın merhametli kollarında sükûnet bulacağımız bir yıl olur umarım. Zirâ, durum pek vahim.