Yeni bir yasa teklifi var gündemde. Kadınların, erkeklerin saygı duyulan eşleri olarak yetiştirilmesi, eğitimi, öğretimi ve durumlarının iyileştirilmesinden dem vuran. İçinde boğulduğumuz, karanlık “anti-hukuk” günlerinde, Anayasamızda “kadın lehine pozitif ayrımcılık” olmasının verdiği güvenle yerimizde oturamayız. Kuvvetler birliği temsilcisi Erdoğan’ın, anayasa anlayışı güven vermiyor zira.

İktidarın, sistematik bir biçimde eve kapatmaya çalıştığı kadınların sorunlarını Gazete Duvar yazarlarından, Berrin Sönmez ve Tuba Torun yakından takip ediyorlar. Özellikle, Berrin Sönmez’in son iki yazısını okuyup anlamak, tehlikenin boyutunu görmek açısından çok önemli: Saygın eşlermiş! Eş olmasak da saygınlık hakkımız!; Çift hukukluluk tehlikesi kapıda mı?

“İnsan” sözcüğü, beden-ruh dengesinin kurulmasına bir göndermedir (uns). Acıkınca yemek yiyen, kızışınca çiftleşen, yağmur yağınca barınak arayan bedenimizi, eş deyişle hayvanımızı, kontrol altına almamız beklenir bizden. İnsan olmak, bu bedenden başka bir şey de olduğumuzu idrak etmek, soyut olanla bağ kurabilmektir. Hepimizin bir “insanlık” şemsiyesi altında bütünlüğe geldiğini, davranışlarımıza da yansıyan bir anlayış olarak tesis etmek, dünyanın, belki de en yüce ereğidir. Arapça olan “insan” sözcüğü, tekil anlamda kullanılmaz.

Kadın-erkek eşitliğine bakış açımız, düşünme seviyemize de işaret eden bir çekişme. İslâmcıysak, gövde üzerinden “eşit değildir” savına sarılırız. Soyuta daha hakimsek, bu eşitliği, “düşünmesizce” kabullenerek, özdeşlikte ayrım gibi çok önemli bir ilkeyi atlarız. Önermemiz, giderek, dogmamız, “Kadın ve erkek eşittir. Nokta” durumunu alır. Derin düşünme, bize, varoluşa gelen hiçbir şeyin ötekiyle eşit olamayacağını gösterir. Denk olabilir ama varoluş biricik olduğundan, asla eşit olamaz. Bedenin, kadın-erkek olarak nitel ayrımı, insan olmak bakımından (varlık) özdeşlikten bir ayrımdır. Ayrım hakkında konuşabilmek için onun, öncelikli doğasının özdeşlik olduğunun çıkarsanmış olması gerekir. Eşit olduğunu iddia ettiğimizde, olgusal olmayan, keyfî bir düzleme geçmiş oluruz.

Sayın Cumhurbaşkanı, kadın-erkek eşitliğini beden üzerinden algılayan gruptan. Kadınların, erkeklerden daha hızlı koşamayacaklarını bir “sav” olarak ileri sürüyor. Etrafında, kendini uyaracak danışman kalmamış gibi. Ona, çitaların, tüm erkeklerden daha hızlı koştukları; yunusların, tüm erkeklerden daha hızlı yüzdükleri ve orangutanların, tüm erkeklerden daha güçlü oldukları anımsatılmalı, ve telâşla ilâve edilmeli: “Sayın Cumhurbaşkanım, bu türde bir önerme, hiçbir mantık dersinde geçerli bir örnek olarak verilemez. Kadın-erkek eşitliği ile sözü edilen şey, ‘İnsan’dır! Beden değil.”

Örneğin; gündüz ve gece dediğimizde, birliktelikleri ile ifade edilen “gün”dür; bedenin dirimliliği, kalbin atması kadar durmasına da bağlıdır. Kimse bu ikilikleri birbirine bir üstünlük olarak düşünmez. Beden aşamasında takılı kalan erkek, büyük bir sorun. İslâmcılar, erkeğin, kadından daha üstün olduğuna inanıyor.

Kadınların eve kapatılmak istenilmesinde kullanılan başka bir sav ise, annelik ve eşlik üzerinden ailedeki konumu. Bu yine tamamen gövdeye bulaşık bir algı mı yoksa, Cumhurbaşkanı’nın iddia ettiği gibi, kadını, erkekten daha üstün kılan, yaratıcılık vasfıyla donanmışlığına hürmet anlamına mı geliyor? İnsanın, özgürlüğüne mahkum bir varlık olduğunu anlamamakta ısrar, hürmetsizliğin zirvesi olsa gerek. Hürmet ettiklerinde ısrarcı olacaklarsa, Hak kavramını bu denli hoyratça ezip geçmemeleri gerekir.

Hak, ben ve ötekiler ekseninde tesis edilir. Şeklen dincilerin, İslâmı siyasete araç edenlerin, iktidar elde ettiklerinde, ivedilikle beden ihtiyaç, ilgi ve arzularına yönelmeleri, din ile ifade edilenin soyut yanını idrak etmemelerindendir. Olabildiğince mal, mülk, makam, itibar, şatafat elde etme arzusu, içgüdüsel yanlarının üzerine yükselemediklerini anlatır: ben. Genellikle etrafındakilere karşı, hırçın, buyurgan, kaba, alaycı olmaları; temas ettikleri herkesi bir “sen” mertebesine göndererek ispatladıkları nezaketsizlikleri ise ötekini nasıl konumlandırdıklarını gösterir.

Kadına, ailedeki konumundan dolayı hürmet ettiğinizde samimi iseniz, ailenin hakikatini anlamak, önyargılarınızdan sıyrılmak zorundasınız. İnsan ruhunun doğa aşamasından, tinselliğe geçiş olduğu söylenilir. Tinselliği olmayanın, insanlığı nasıl olsun? Faal aklın kanıtı olan, Tin denilen yüksek olgunun, ortaya çıktığı ilk aşama, ailedir. Aileden sonra, bireyin, yurttaş toplumuna hizmet etmesi beklenir; zira, yurttaş toplumu verili bir şey değildir, bir toplumun yetişkin bireyleri tarafından, çabayla, emek harcanarak oluşturulur. Devletin, bir toplumu oluşturan bireylerin ortak İdeallerinin, somutlaşması olduğu söylenilir. Böylece, Devlet, aileyi ve yurttaş toplumunu, kendi işlevinde sürdürür. Birey, kendinin, bir birlik ve bütünlüğün (Âlemlerin Rabbi) üyesi olarak bilincindedir. Hakların en üst düzeyde korunması demek olan bu birlik, bütünüyle soyuttur.

Bedene bu denli takılı olmamız, Kur’ân âyetlerinden soyut olanları konuşmamıza engel oluyor. Düşüncenin doruklarında anlamlara haiz, Fatiha Sûresini, İhlâs Sûresini konuşalım, mutmain olmuş nefsten söz edelim… Kadınlar, «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!» diyemezler mi? Onların işlerini, yaşamlarını düzenlemek size mi kalmış?  Siz, Allah’ı, karılarınızın başına gözcü olarak dikmek istiyorsunuz. Adını boş yere anmaktan da öte, adını her türlü pis işinizi halletmekte zikrediyorsunuz. Siz, kadınlarımızı, kula kulluk ederken görmek isteyenlerdensiniz.

“Tinin özgürlüğünün ayrımsanması, ilk önce, dinde olur.” Dinin hakikatini, hep beraber düşünmek gerek.