Size, benim için çok önemli olmasının yanısıra, kavranıldığında yaşamı kolaylaştıran, omuzlarımızdaki yükü kaldıran bir şey söylemek istiyorum, hem de günlük dille. Önyargısız okumaya çalışın n’olur. Köşeye sıkıştık hep birlikte. Dünyanın başı dertte; bunca felâketin derin bir anlamı, açıklaması olmalı. Bu açıklamanın, başlıca sorumlusunun onlarca belirişinden sadece biri olmasına rağmen, hepsini kapsayan bir ucudur değineceğim konu.

Hangi dinden hangi ulustan dünyanın hangi köşesinden olursa olsun, bilgeler şu önemli olaya dikkatimizi çeker: Zâhirde olan, bâtın kaynaklıdır. Kabaca altını çizdikleri şey şudur: Düşüncelerine dikkat et.
“Kabaca” dedim, zira altı, hakkında bir kitap yazılacak kadar derin bir deneyim ve bilgi alanıdır. Bu idrak derinleştikçe, Mevlana, Yunus Emre ve binlercesi nice bilgenin söylemleri daha değerli bir hâle geliyor.

Bilim; nesnel ilişkinlik, hologram evren, tek bilinçli evren gibi kuramlar; kuantum mekaniği, konnektom projesi, epigenetik bulgular kılığında giderek bütünsel bir alanda yaşadığımızı idrak etmemize yarıyor. Bunu, daha önce yaşayan insanlardan çok daha derin idrak etme olanağımız var artık. Peki, bu hız, bilgi genişliği ve bütünleştirme bakımından elde edilen üstünlük bize aynı zamanda bir sorumluluk da yüklemiyor mu? Okyanuslarda oluşan plastik adacıkları, yangınlar, seller, “beni şu kişi yarattı, ona dert olayım” mantığı ile gelmiyor. Yaşamı boyunca kapitalizme direnen bir savaşçı ruh da yıkımdan, çürümeden, çözülmeden payını alıyor.

Akıl, bilim seviyesinde iş görürken, parçalayarak anlar; analiz eder yani çözümleme yapar. Bunu yaparken kategorilere ayıran bu seviyedeki akıl “zihin” adını alır. Zihin, bütünü anlamlandıramaz; anlamlandırma yetimiz aklın bir üst seviyeye evrilmesi neticesinde ortaya çıkar. Bütün yoksa anlam yoktur. Bugün insanlar, soliptik benlikler olarak zorunlu bir kaygı ve stres yükü ile başbasa kalmış durumda. Yaşamın anlamı yok çünkü bireysel alanlara hapsettik kendimizi; parçalandık.

Eskiden, Çin’de yazılan bir kitabı okumak için, at sırtında gidip, kitabı yazanı bulup, sınırlı sayıda yazımına ulaşıp… Yıllar alan bir silsile. Ya şimdi! Saniyeler içinde indirdiğimiz bilgiler; hızla katedilen dev mesafeler… Yine eskiden köyümüzde günde 5-10 kişi ile sınırlı temas şimdi yüzbinlere, milyonlara ulaşabiliyor. Sadece toplu taşımada bile maruz kaldığımız yüzlerce insanla enerjetik etkileşim dahi, günümüzü belirleyen bir duygu durumu yaratabiliyor. Şunu demek istiyorum: Kazandığımız hız, ulaştığımız bilgi alanı, insanlar-kültürlerarasılık aynı zamanda bir sorumluluk yüklüyor. Köyünde, elindeki, en basitiyle bile aya gidilecek bir teknoloji barındıran akıllı telefonundan, “canının çektiği” kadına kıza FB’den sarkan dede hiç de masum değil artık. Ne yazık ki bedeli birlikte ödemek zorundayız. Hıza, bilgiye ulaşırken bu birliktelikten şikayetimiz yoktu. Neredeyse yaşamımızın tamamına yayılan nimetlerinden, şikayet etmeden yararlandığımız üstünlüklerin, sorumluluk ödemeye sıra geldiğinde tanınmaması, “öteki”nin problemi olarak görülmesi yaygın bir problem.

Yıkımda “hep”imizin payının olduğunu anlamak için kategorik iş gören zihnin etki alanında olmamak gerekir. Zihin seviyesi, bunu reddetmek zorundadır fakat bütünselliğin deneyimi ve bilgisine sahip olan kişiler için bu apaçık bir bilgidir. Zihin seviyesindeki akıl, henüz olgunlaşmamıştır; sorumluluk almayı beceremez, “ben üzerime düşeni yaptım,” der. Ancak, “öteki” varsa “ben üstüme düşeni yaptım” diyebileceğini idrak etmez, edemez. Üstelik, düşüncelerimizin sorumluluğu üstümüze düşmüyormuş gibi. “Üstüme düşeni yaptım” devasa bir iddia. Bunu, henüz kemâline ulaşmamış bir düşünce üretebilir. “Ben” denildiğinde, düşünce alanımı da kapsamıyor mu? Düşüncemde bile âdil miyim? Kaygım var mı örneğin. Kaygı ve endişeye mahkumsam, adil olmadığım, kendime karşı bile sorumluluğumu yerine getiremediğim anlamına gelir, değil başkası! Psikiyatride ilaç kullanımı neden arttı? Bu sorunun yakıcı yanıtları var. Neyse… Nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Eğer “kendim” varsa “öteki” yoktur “kendi başkam” vardır.

Asıl konuma döneyim. Dünya kurulalı beri kadınlar, kız çocukları erkeklerin acımasızlığına maruz kalıyor. Onlarca, yüzlerce, binlerce ve onbinlerce yıldır, bitmek bilmeyen bir aşağılama, değersizleştirme, taciz, tecavüz, şiddet, işkence… Bunun en soyut hâli düşüncede kadınlara ne yaptığınızdan geçiyor. Bunu, bu sorumluluğu üstlenin artık. Toprak dile gelse konuşsa, rüzgârlar maruz kaldığımız haksızlığı fısıldasa; kulaklarınız kanar, yüreğiniz patlar.

VictimFocus, 22 bin kadın ve genç kızla bir çalışma yapmış. Sonuçlar*, hüngür hüngür ağlamalık. Kadınların %99.7’si tacize, istismar, tecavüz türünden şiddete maruz kaldığını söylemiş. Uyurken, aynı yatakta uyuduğu erkek (koca-sevgili vs) tarafından penetre edilerek uyandırılan kadınlardan (%51), porno düzeyinde performans beklenenlerden, istemediği pozisyona zorlananlara kadar berbat bir tablo. Düşünün lütfen, aynı yatakta güven içinde uyuduğunu düşünen kadınların %51’i tecavüz edilirken uyanıyor. Yuh! Yuh olsun! Genç kadınların çoğu, eğitimli olsalar bile uğradıkları şiddetin normal olduğunu sanıyor.

Kadına reva görülen zulmün, kümülatif bedelini ödüyoruz. “Ben yapmadım” öznel bir çıkarım olarak kalır. Bulunduğu seviyede haklı bir çıkarım olsa da olgun ya da akıllı bir çıkarım değildir. Ne düşüncenin doruğu Hegel ne praksis istencinin doruğu Marks geçebildi kadınlarla olan sınavı. Hoş, kadınla sorunları nedeniyle eriyip gitti nice peygamber. Dişil yanı olmayan, kadına işareti örtük bilgelik de sizin olsun! Bu hakikat, bugün artık söylenilmeli, dile getirilmelidir. Bilgelik bugün ne seviyede tezahür ediyor; kulağınızdaki fısıltı ne diyor? Bırakın ezberlerinizi; bilmem ne şeyhinden, bilmem kim amcadan, dededen, abiden işittiklerinizi, bırakın artık. Onurlu insan, binlerce yıllık birikimi, örneğin dili bile kullanırken içinde yaşadığı bedenin hakkını verendir. Binlerce yıllık birikim, yatay tarih; bedenin varoluşunda içkin şimdi, dikey tarihtir. Onları örtüştürmek vefâdır. Ezberlediğimiz dil ile nasıl olanaklı olsun.

Allah, külli bir isimdir, tümeldir. Belâmızı toptan vermesi, haksızlığından değil. Kadın bedeni ile anlatılan, işaret edilen nedir? İnsan simgesi; kadın ve erkeğin beden imgesi üzerinden anlatılmış. Sembolize ettiği şey; bir bütünün iki yarısı. Kadın da erkek de düşüncelerinin sorumluluğunu almadıkça, dişil yanlarına temas etmedikçe, kanayacak bu yara.

Olan biteni; kapitalizm, pandemi, küresel ısınma üzerinden okumak en temel sorunumuzun, kayıp dişil yan olduğu gerçeğini değiştirmiyor; tezahürler çokludur ama belirişleri rastgele değildir.

Hayâlim gerçekleşse, dünyayı şu iki eyleme zorlardım:

* Erkeklerin tamamının, en az altı ay kadın bedeninde yaşatılması ve çalıştırılması.
* Kurulacak sanat evlerinde, günde sekiz saat zorunlu öğrencilik uygulamasını takiben, hakiki bir şiir duyduğunda bile gözüne bir damla yaş gelemeyenin asla mezun edilmemesi.

*https://irp.cdn-website.com/f9ec73a4/files/uploaded/Key-Facts-Document-VAWG-VictimFocus-2021a.pdf