İnsanı, hayvandan ayıran unsurun, ne olduğu ile ilgili öne sürülmüş farklı düşünceler var. Farklı görüşler arasından ben, Hegel’in, hayvanların inanmaya yetenekli olmadığı, yalnızca insan denilen varlığın dine yetenekli olduğu yönündeki düşüncesinden hoşlanırım. Takdir ettiğim ayrım ise kim bilir kime ait bir tümcede geçiyor: “İnsan, ‘hayır’ diyebilen tek canlıdır.”

Aç bir köpeğin önüne et konulduğunda, köpek, eti yer.* Çiftleşme döneminde hayvanlar “vızır vızır” çiftleşir; orada ve burada, her yerde… Hakkı gasp edilen hayvan, ötekini tırmalar, ısırır; savunma silahlarıyla saldırır. Erteleyemez. Öldürür hatta. Etinizi, lütfen benimle paylaşır mısınız? diyen bir sırtlan; “Hayatım, şipşak çiftleşmeyelim, biraz da sevişelim!” diyen bir tavşan; “Sayın önderimiz, haklarımızı ve hatta yazılı yasalarımızı hiçe sayıp çiğnediniz, sizinle mahkemede hesaplaşacağım” diyerek, erteleyebilen bir aslan yoktur.

İnsan, alt doğasını alt edebilen tek varolandır. Alt doğasına râm olmuş insanın iticiliği, bu potansiyelin hebâ edilmişliğinden gelir.

Tango izlerken, gözlerimden yaşlar süzüldü geçenlerde. Uygarlığın, birlikte yaşamanın, hem de iyi yaşamanın, böylesi güçlü dile getirilmesi ne muhteşem! Hayvandan bir ayrım olarak, alt doğasına köle olmayan kadın ve erkeğin birlikteliği. Tango sırasında jest ve mimikler çoğunlukla, cinselliğe göndermedir. Dans sırasında oluşan her kavis, partner tarafından ustalıkla doldurulur: kâh sert, kâh zarif. Seksî bir danstır, cinselliği çağrıştırır; arzu, ihtiras, davet, ret, kabul, uyum, karşı koyma, birleşme vardır; tüm göndermeler, orada olmayana, yani cinselliğedir. Dolayımlayarak ortaya koymanın, sanatın zirvelerinden biridir Tango.

Tangonun öyküsünü, filmlerin tarihselliğinden izlerseniz, bazı yeni filmlerde, kadının cinselliğinin ön plana çıkarılması nedeniyle eski filmlerdeki tadının kalmadığını göreceksiniz. Take The Lead filmindeki ünlü tango sahnesi, bende tango izleme lezzeti bırakmaz örneğin. Filmin konusundan bağımsız olarak, mekân, giysiler, izleyici uyumsuzluğu vardır. Henüz içselleşmemiş olanın, dışa sunulmasının verdiği yüzeysellik, ısırır. Yan odada oturan ya da akşama evde görüşeceği eşine; sosyal medyadan, vıcık vıcık mesaj yazanların yüzeyselliği baskındır. Kadının bedeni, dansı bastırır; örtük olanın gizemi ve büyüsü yoktur.

Oysa, geriye, 1951’e gidip, Valentino filminde, Anthony Dexter ve Patricia Medina’nın tangosunu izlersek bambaşka bir lezzete ulaşırız. Burada erkek de alımlıdır, süslü püslüdür, siyah giysiyle sınırlı değildir. Erilliğin doğasına, giysilerle yapılan gönderme, Anthony’nin elindeki kırbaçla tamamlanmıştır. Patricia, bu tehditkâr daveti kabul ettiğini, sigarayı yere atarak ve atarken belli eder: Kamçıyı, birazdan evcilleştirecektir. Tıpkı, yumurtanın, döllendikten sonra, spermin kamçısını kesip atıverdiği gibi. Kadın bedeni açıkta değildir ama danstan, buram buram cinsellik kokusu gelir. Kadın ve erkek neredeyse iç içedir, mükemmel bir uyum içindelerdir; birlikte soluk soluğa kalırlar ama sevişmezler. Ayrılıklar; âni, keskin ve kısadır. Düşüşler, hızından, kafanızın patlayabileceğini bilmenize karşın, yerden bir parmak yukarıda yakalanacağınıza olan eminlik nedeniyle, kazâ değil figürdürler. İki bedenden yükselen, böylece tamamlanan bir güven.

Scent of a Woman filminin ünlü tango sahnesi, cinselliğin ötesinin, Eros’un, Storhi (storge) aşamasına yükselişinin dansıdır. Erkek, kördür; kızının cinselliğine kör bir baba misâli. Babalığıdır dansını süsleyen: sabırla öğreten, görmese de hep orada olan. Partneri, tuttuğu beden değil, babasının küçük kızıdır. Ensestin yadsınışının, uygarlıklar kadar eski olması, insan olmanın ayrımlarındandır.

Ritmi aynı, hızı farklı olan valse geçiş, ayrı bir zevktir. Giysiler, ortam, insanlığın ulaştığı uygarlığın, tinsel zenginliğin, estetiğin zirvesinin birer simgesi gibilerdir. Tango da oradadır, Vals’te dolayımlanmıştır sanki; dizginlenmiştir. Birlikteliğin doruğunu yaşayacak denli insan, iki beden; şimdi, bunu anlatacak, birlikte kurdukları saraylarında sergiledikleri güzelliğe, öteki çiftleri davet edeceklerdir.

Hayvanca “çiftleşmenin”, tanışır tanışmaz yatağa atlamanın, sevişmek olduğunu düşünmeye başladık… Eskiden, yağmalarla, savaşlarla ve hatta yasal hakla, kadının üzerine çıkmayı erkeklik sananlara, misilleme yapar gibi. Özgürlüğün, “çiftleşmekten” geçtiğine inanır olduk. Tıpkı, dansın, sanatın, cinselliği çağrıştırdığından dolayı günah olduğunu düşünenlerin tutumu kadar kaygı verici; bir o kadar ıssız, insansız.

Vals yapmaya özenen beyler, tango dersini iyi çalışmalı. Gerçek bir ilişki kurmak, sanattır. Tensel uyum, tinsel uyumun habercisidir; o da ölümün. “Sanatçının asıl amacı, insanı ölüme hazırlamak, onu iç dünyasının en gizli köşelerinden vurmaktır” diyen Tarkovski, hem güzel, hem de haklı bir adam değil mi?


*Bir deri, bir kemik hâliyle yavrularını emziren; kendi açken, bulduğu yiyeceği, yavrusuna taşıyan, analık eden hayvanlar; sizi tenzih eder, hürmetle selâmlarım.